Gelecek hafta yeni yıl başlıyor.

Takvim değişiyor.

Zihin değişiyor mu… orası meçhul.

Bizde yeni yıl yazıları genelde aynı: “sağlık, huzur, mutluluk.”

Sanki bunlar, dilek kutusundan çıkınca otomatik yüklenen paket program.

Oysa bu ülkede “sağlık” dediğin şey bazen ambulans sireni.

“Huzur” dediğin şey bazen enkaz başında susmak.

“Mutluluk” dediğin şey… bazen bir mesaj: “İyiyiz.”

Şimdi ben başka yerden gireceğim.

Afet yönetimi diye bir disiplin var.Sıkıcıdır. İyidir. Ciddidir.Üç ana hâle bölünür: afet öncesi, afet sırası, afet sonrası.

Biz hangisinde iyiyiz?

Afet sırasında.Afet sonrasında.

Çadır kurmayı öğrenmişiz.

Aş dağıtmayı, koordinasyon toplantısını, sahayı, arama-kurtarmayı, lojistiği… bunları epey bir “olgunlaştırmışız.”

Acı bir kelime bu: olgunlaştırmışız.

Çünkü olgunluk, tekrarın çocuğudur.

Tekrarın kaynağı da… felakettir.

Asıl mesele nerede?

Afet öncesinde.

Risk ve zarar azaltma kısmında, kâğıt üzerinde fena değiliz.

Ulusal çerçeveler, mevzuatlar, kurum isimleri, strateji belgeleri… raflarımız dolu.

Ama hazırlılık aşamasında sınıfta kalıyoruz.

Çünkü hazırlılık fotoğraf vermez.

Hazırlılık;müteahhitle kavga etmektir,imar planında direnç göstermektir,zemin-etüt raporuna“hayır” dedirtmemektir,denetimi gerçekten denetlemektir,tatbikatı gerçekten tatbikat yapmaktır,erken uyarıyı sadece “sistem” diye kurmak değil, toplumun refleksine dönüştürmektir,okulu, hastaneyi, belediyeyi, mahalleni, haneni hazır etmektir.

Bunlar alkış getirmez.

Alkış ne getirir?

Kahramanlık.

Biz kahramanlığı çok seviyoruz.

Ama kahramanlık, genellikle hazırlıksızlığın pahalı makyajıdır.

Şimdi geldik paradoksa.

Afet sırasında ve sonrasında bu kadar gelişmemiz… iyi haber mi?

Evet, bir yanıyla iyi haber.

Çünkü insan hayatı söz konusu.

Kim sahada emek veriyorsa, kim can kurtarıyorsa, tartışma dışıdır.

Ama öte yandan, daha sert bir gerçek var:

Biz “sonrası”nda iyi oldukça, “öncesi”nin ayıbı daha görünür oluyor.

Çünkü bu kadar iyi “müdahale” kültürü, bu kadar güçlü “iyileştirme” refleksi…bazen şunu fısıldıyor:
Maruziyetimiz fazla.

Zararımız büyük.

Yıkımımız tekrar ediyor.

Yani biz, belki de “çok iyi toparlandığımız” için değil…

“çok kötü hazırlandığımız” için bu kadar toparlanmak zorunda kalıyoruz.

Kulağa acı geliyor, çünkü acı.

Afet yönetimi literatüründe “hazırlılık” ile “maruziyet” arasındaki bağ nettir:

Hazırlılık zayıfsa, maruziyet artar.

Maruziyet artarsa, yanıt kapasiteni ne kadar cilalarsan cila… faturayı düşüremezsin.

Sadece acıyı yönetirsin.

Biz acıyı yönetmeyi öğrendik.

Keşke acıyı azaltmayı da öğrensek.

Burada AB Destekli olarak Eskişehir Teknik Üniversitesi koordinasyonunda 11 ülkeden 30 ortaklı EPD-Net (*) gibi projeler devreye giriyor.

Çünkü hazırlılık; tek kurumun, tek bakanlığın, tek belediyenin “proje” diye kenara koyacağı biriş değil.

Hazırlılık bir ekosistem.

Eğitim ağı olmadan, ortak dil olmadan, disiplinler arası kapasite olmadan, yerel yönetim–üniversite–sivil toplum–özel sektör aynı masaya oturmadan… hazırlılık gelişmiyor.Sadece “belge” gelişiyor.

EPD-Net’in kıymeti burada:Afet dirençliliğini yalnız mühendislikte değil, ekolojik planlama ve tasarım mantığında; doğa temelli çözümler ve akıllı eğitim modülleri üzerinden, yani tam da“öncesi”ni güçlendirecek yerden kurcalıyor.Kurtarma değil, maruziyeti azaltma.Pansuman değil, önleyici hekimlik.

Afetleri “olay” sanıyoruz.Oysa afetler, uzun bir ihmal zincirinin görünür hâlidir.

Yeni yıl geliyor ya…

2026 için dileğim şu:

Enkazın başında “mucize” aradığımız bir yıl olmasın.

“İlk 72 saat” cümlesini ezberden değil, hiç ihtiyaç duymadığımız için unutalım.

Daha çok tatbikat konuşalım.

Daha az siren duyalım.

Ve en önemlisi…

Hazırlılığı sıkıcı hâle getirelim.

Çünkü hazırlılık sıkıcıysa, hayat güvenlidir.

(*) www.wpd-net.org