Önceki haftalarda kaleme aldığım yazıda, değerli hocamız Prof. Dr. Nüvit Oktay’ın uyarılarına dayanarak Türkiye’nin kapısını çalan büyük bir tehdidi gündeme getirmiştim: susuzluk. O yazıda altını çizdiğim gibi, kuraklık artık yalnızca meteoroloji bültenlerinde ya da uzman raporlarında geçen bir ihtimal olmaktan çıkmış, günlük yaşamımızın her alanına sirayet eden somut bir gerçeklik hâline gelmiştir. Musluktan boşa akan her damlanın altın değerinde olduğu, tarlada kontrolsüz ve bilinçsizce sulanan her karış toprağın, bahçede yeşeren her çiçeğin aslında geleceğimizden çalınmış bir pay anlamına geldiği günlerden geçiyoruz.

Bu yazımda Nüvit hocadan aktardığım gibi, mesele sadece suyu az tüketmek ya da musluğu kısmakla çözülecek kadar basit değil. Çünkü kuraklık, sağlığımızdan gıdamıza, enerjiden sanayiye, turizmden kentsel yaşama kadar toplumun her hücresine nüfuz eden, ulusal güvenliği ve ekonomik sürdürülebilirliği tehdit eden bir krizdir. Kısa vadede bilinçli tüketim ve tasarruf alışkanlıkları, orta vadede şebekelerde kayıp-kaçakların önlenmesi ve yağmur suyu hasadı, uzun vadede ise yeni barajlardan deniz suyunun arıtılmasına kadar geniş bir yelpazede çözümler gündeme gelmek zorunda. Çünkü mesele yalnızca bugünü kurtarmak değil; yarını güvence altına almaktır.

Ancak bu kez konuyu yalnızca Türkiye ölçeğinde bırakmak istemiyorum. Zira bu büyük tehdidin etkileri yaşadığımız şehirde, yani Eskişehir’de de günbegün kendini hissettiriyor. Kış aylarında beklenen kar yağışlarının azalması, bahar aylarının kurak geçmesi, uzun süreli yağışsız dönemler ve hızla düşen baraj doluluk oranları, şehrimiz için de tehlike çanlarının çoktan çalmaya başladığını açıkça gösteriyor. Yeraltı sularının çekilmesiyle tarlaların sulanamaz hale gelmesi, Porsuk Çayı’nın su seviyesindeki kritik düşüş, kentte kullanma suyunun sürdürülebilirliği konusundaki endişeleri artırıyor.

Artık mesele sadece uzak bölgelerdeki tarımsal üretim kaybı ya da ülkemizdeki barajların doluluk oranı değil; mesele, tam da Eskişehir’in kalbinde, evlerimizin mutfaklarında, sofralarımızda, tarımımızda, sanayimizde ve günlük yaşamımızda karşımıza çıkıyor. Bugün bu tabloya seyirci kalırsak, yarın musluklarımızdan su akmayan bir şehirde yaşamak hiç de uzak bir ihtimal olmayacak.

Eskişehir’de kullanma suyumuzun büyük bölümünü sağlayan Porsuk Barajındaki doluluk oranları son yıllarda kritik seviyelere gerilemiş durumda. Özellikle yağışsız geçen mevsimlerin ardından barajların kapasitesi, şehrin nüfusu ve artan tüketim ihtiyacıyla kıyaslandığında alarm veriyor. Porsuk Çayı’nın debisindeki gözle görülür düşüş, yalnızca suyun miktarıyla ilgili değil, aynı zamanda ekosistemlerin sağlığı açısından da ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Buna ek olarak, yıllardır kontrolsüz şekilde kullanılan yeraltı suları, hem kent merkezinde hem de kırsalda hızla tükeniyor. Tarımsal üretimde salma sulamanın hâlâ yaygın olması, açılan kaçak kuyuların sayısının artması ve suyun verimsiz kullanımı, Eskişehir Ovası’nda geleceği tehdit eder boyutlara ulaştı. Yeraltı suyunun çekilmesiyle birlikte toprağın çoraklaşması, obrukların oluşması, tarımın sürdürülemez hale gelmesi ve uzun vadede kırsaldan kente göçün artması gibi zincirleme etkiler söz konusu.

Sanayi ve üniversite kenti olan Eskişehir’de, suyun yalnızca tarımsal üretim için değil, aynı zamanda sanayi süreçleri ve günlük kentsel yaşam için de hayati olduğu unutulmamalı. Eğer bugünden etkili önlemler alınmazsa, sadece çiftçimizin değil, sanayicimizin, öğrencimizin, turizmcimizin ve her bir vatandaşımızın günlük hayatı doğrudan etkilenecek.

İşte bu nedenle, Türkiye genelinde olduğu gibi Eskişehir’de de tehlike çanları çoktan çalmaya başladı. Tam da bu noktada ESKİ Genel Müdürü Oğuzhan Özen, Eskişehir’in su sorununa ilişkin yaptığı açıklamalarda, aslında tüm dünyanın yaşadığı küresel bir problemin yerel ölçekte Eskişehir’e de birebir yansıdığını vurguladı. Ona göre temiz suya erişim giderek zorlaşıyor çünkü doğadan elde edilen kaynaklar nüfus artış hızına yetişemiyor. Doğa, yenilenebilir bir sistem olsa da kendi üretim kapasitesini aşan bir tüketimle karşı karşıya kaldığında kendini bile besleyemez hale geliyor ve sonuç kaçınılmaz: çölleşme. Bu yüzden mevcut kaynakların en doğru şekilde kullanılmasının bir zorunluluk olduğunu dile getiren Özen, “vahşi tüketimin” önüne geçilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Su kullanımında en temel yaklaşımın bilinçli tüketim olduğunu belirten Özen, bunun bir kültür meselesi olduğuna dikkat çekti. Çocuk yaşta başlanacak eğitimlerle, kaynakların nasıl korunması gerektiğinin bir yaşam alışkanlığı haline getirilmesi gerektiğini söyledi. Ona göre mesele yalnızca musluğu kapatmak değil; yaşamın tüm alanlarında suyu ve kaynakları doğru zamanda, doğru yerde, doğru miktarda kullanma bilincini topluma yerleştirmek.

Eskişehir özelinde ise tablo pek iç açıcı değil. Kentin tek içme ve kullanma su kaynağı olan Porsuk Havzası, nüfusa oranlandığında “su fakiri” bir bölge olarak öne çıkıyor. Yeraltı sularındaki çekilme nedeniyle Sivrihisar’da obrukların oluştuğunu hatırlatan Özen, “Kuraklık artık geliyorum demiyor, geldim diyor” diyerek tehlikenin boyutlarını gözler önüne serdi. Bu nedenle kısa vadede havzalar arası su aktarımına bile ihtiyaç duyulabileceğini ifade etti.

Özen’e göre su yönetiminde en önemli unsur tarım politikasıdır. Türkiye’de toplam suyun %70’inden fazlası tarımsal sulamada kullanılıyor. Ancak hâlâ suya en çok ihtiyaç duyan pancar, mısır, ayçiçeği gibi ürünlerin kurak bölgelerde ekilmesi büyük bir sorun yaratıyor. “Suyun olmadığı yerde suya ihtiyaç duyan ürünler ekerseniz, sonucun ne olacağı bellidir” diyerek tarımda ürün deseninin değiştirilmesi gerektiğini söyledi. Tarımsal sulamada kayıplara yol açan açık kanalların acilen kapalı sistemlerle yenilenmesi gerektiğini, aksi takdirde su kayıplarının kontrol edilemeyeceğini belirtti.

Öte yandan, Özen’e göre Çifteler Sakarıbaşı’ndan Eskişehir’e su getirilmesi projesi, şehrin uzun vadeli su güvenliği için büyük bir yatırım olarak görülüyor. Özen, bu tür projelerin önemine dikkat çekerken, kısa, orta ve uzun vadeli planların birlikte yapılması gerektiğini de ifade etti.

Sonuç olarak Özen’in değerlendirmesi çok net: Eskişehir riskli bir bölgede, tek kaynağı Porsuk Barajı olan bu şehir, eğer bugünden önlem almazsa yakın gelecekte ciddi bir su kriziyle karşı karşıya kalacak. Kurumlar arası iş birliği şart, tarım politikalarının gözden geçirilmesi zorunlu ve bilinçli tüketim kültürü toplumun tüm kesimlerinde yerleşmek zorunda. “Önümüzdeki süreç için tehlike çanları çalıyor” sözleri, aslında Eskişehir’in geleceği için güçlü bir uyarı niteliği taşıyor

Bana göre bugün Eskişehir’de atılması gereken adımların uzun vadeli yatırımlar kadar bekleme lüksü yok. Çünkü barajlarımızdaki seviye, yeraltı sularımızdaki azalma ve artan tüketim, bizi hızla geri dönülmez bir noktaya doğru sürüklüyor. Bu nedenle alınacak önlemlerin büyük bölümü kısa vadede, hızla uygulanabilir çözümler olmalı.

İlk olarak, kent genelinde yağmur bahçeleri kurulması ve yağmur suyunun depolanması teşvik edilmelidir. Çatılardan, sokaklardan ve kamusal alanlardan toplanan yağmur sularının depolara yönlendirilmesi, hem içme suyu ihtiyacını azaltacak hem de kurak dönemlerde yaşanabilecek sıkıntılara karşı önemli bir tampon oluşturacaktır.

İkinci olarak, gri ve siyah suyun ayrıştırılması konusunda kararlı bir adım atılmalıdır. Evsel kullanımda mutfak, banyo ve çamaşır makinelerinden çıkan gri suyun yeniden arıtılarak yeşil alanların sulanmasında, temizlikte veya endüstriyel süreçlerde değerlendirilmesi mümkündür. Bu uygulama, günlük tüketimde ciddi oranda su tasarrufu sağlayabilir.

Üçüncü olarak, yağmur suyu toplama sistemleri sadece bireysel girişimlere bırakılmamalı; belediyelerin aktif desteğiyle yaygınlaştırılmalıdır. Yeni yapılacak binalarda bu sistemlerin zorunlu hale getirilmesi, mevcut yapılarda ise teşvik edilmesi, yerel yönetimlerce fonlanması kaçınılmaz bir adımdır. Belediyelerin teknik destek, maddi teşvik ve altyapı yönlendirmeleriyle bu süreç kolaylaştırılabilir.

Tüm bu çözümler, büyük baraj projeleri ya da yıllar sürecek yatırımlar gerektirmiyor. Tam tersine, bugünden yarına uygulanabilecek ve toplumun her kesimini içine alacak basit ama etkili adımlar bunlar. Eğer Eskişehir bu süreci öncülük ederek başlatırsa, hem kendi geleceğini güvence altına alır hem de Türkiye’nin diğer şehirlerine örnek olur.

Bugün geldiğimiz noktada artık açıkça görülüyor ki, su meselesi yalnızca teknik bir altyapı sorunu ya da bireysel tasarruf alışkanlıklarıyla çözülebilecek basit bir konu değil. Bu mesele, şehrimizin geleceği, çocuklarımızın yarınları ve ulusal güvenliğimizle doğrudan bağlantılı bir stratejik önceliktir.

Tam da bu nedenle, Eskişehir’de merkezi yönetimden yerel yönetimlere, sanayiciden çiftçiye, öğrenciden ev hanımına kadar herkesin ortak bir sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerekiyor. Yağmur bahçelerinin kurulması, gri suların yeniden kullanılması, yağmur suyu toplama sistemlerinin yaygınlaştırılması gibi çözümler yalnızca teknik detaylar değil; aslında Eskişehir’in su geleceğini garanti altına alacak hayati adımlardır.

Bu noktada Eskişehir Teknik Üniversitesi’nin koordinatörlüğünde yürütülen ve Avrupa Birliği tarafından desteklenen EPD-Net projesi ( www.epd-net.org ), bize çok önemli bir yol gösterici çerçeve sunuyor. Proje kapsamında, ekolojik planlama ve tasarımın merkezine suyun doğru yönetimini yerleştiren, farklı şehirler için örnek teşkil edecek yenilikçi yöntemler geliştiriliyor. Projenin yaygınlaştırma faaliyeti olarak yapılan Peyzaj Mimarları Odasınca düzenlenen, Eskişehir Teknik Üniversitesi, Harran Üniversitesi ve Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi iş birliğiyle yürütülen yaz okulu, suyun peyzaj tasarımında nasıl etkin kullanılabileceğine dair iyi uygulama örneklerini ortaya koymuştu. Aynı yaklaşımın Eskişehir’de de uygulanması, kuraklıkla mücadelede şehrimize güçlü bir vizyon katacaktır.

Sonuç olarak, kuraklık ve susuzluk yalnızca geleceğin bir tehdidi değil, bugünün gerçeğidir. Tehlike çanları çalmaya başladı; artık erteleyemeyiz. Eğer hep birlikte sorumluluk alırsak, Eskişehir’i ve Türkiye’yi suya hasret kalmadan, dirençli ve sürdürülebilir bir geleceğe taşıyabiliriz. Eğer susarsak, torunlarımızın gözlerinde göreceğimiz tek şey çorak topraklara düşen hasret damlaları olacak.

Bugün atacağımız adımlar, yarının en büyük mirası olacaktır. Suyu korumak, Eskişehir’in ve ülkemizin geleceğini korumaktır.