Sendikalar, işçilerin tabandan örgütlendiği sınıfsal yapılardır. Sendikal örgütlenme hakkı ve özgürlüğü, yüzyıllardır işçilerin verdiği mücadelelerle elde edilmiştir. Bu hak ve özgürlük, günümüzde Anayasa, uluslararası sözleşmeler ve yasalarla güvence altına alınmıştır.

İşçiler sendikalaşma hakkını, üye olmanın yanında sendikal karar alma mekanizmalarına katılma yoluyla da kullanırlar. Sendikanın zorunlu ve ihtiyari organlarına aday olmak, yöneticilik, temsilcilik ve delegelik yapmak her bir işçinin hakkıdır.

İşçilerin sendikalarda yönetime katılması, demokratik yollarla mümkündür. En geç dört yılda bir toplanan olağan genel kurullarda veya olağanüstü genel kurullarda, işçiler sendikaların şubelerinden başlayarak en üst düzeydeki organlarına kadar yönetime talip olabilirler.

Ayrıca bir diğer hak da yönetime talip olan kişiler arasından seçim yapmaktır. Sendikal demokrasinin bir parçası olan bu seçimler, sendikanın ve işçilerin kaderini belirler. Üstelik sadece sendikaya üye olanların değil, aynı zamanda üye olmayıp potansiyel üye niteliğini taşıyanların da kaderi sendikaların yönetsel stratejilerine bağlıdır.

Dolayısıyla işçiler, tüm sınıf için sendikalardaki yönetime katılma hakkını en uygun şekilde kullanmalıdır. Taban iradesi, işçilerin topyekün örgütlenmesini ve daha eşitlikçi koşullarda yaşama imkanını kurmak için anahtar role sahiptir.

Diğer taraftan sendikalarda taban iradesi yerine, sendikal bürokrasinin ağırlığını gösterdiği koşullar da bulunmaktadır. Türkiye’de sendikal hareketin önündeki en büyük sorunlardan birisi de budur.

Bu sorunlara karşı uzun yıllardır mücadele vermiş, önemli ölçüde yol kat etmiş ve takdire değer örgütlenme örnekleri sergilemiş sendikaların başında Tekgıda-İş Sendikası gelir. Özel sektördeki birçok işletmede büyük direnişlerle örgütlenmiş, grevler yapmış ve bugün yaklaşık 50 bin üyesi bulunan Tekgıda-İş, Türkiye sendikal hareketinde ender rastlanan örneklerden birisidir.

Bu başarıyı sağlayan en önemli unsur, Genel Başkan Mustafa Türkel öncülüğünde kurulan kadrodur. Sahada aktif olarak çalışanlar ve teknik/idari destek sağlayan kadrolar, bugünkü başarının mimarlarıdır.

Ancak Tekgıda-İş Sendikası’nın mücadeleci ve büyük ölçüde başarılı yapısı, bugün bir tehlikeyle karşı karşıya: sendikal bürokrasinin taban iradesinin önüne geçmesine yönelik girişimler söz konusu…

Söz konusu girişimler, kendisine muhalif olan işçilerin işten çıkarılmasına yol açacak kadar ağır bir tabloyu beraberinde getiriyor. Sendikanın örgütlü olduğu bir gıda işletmesinde 100’ün üzerinde işçi işten çıkarıldı. Bu konu, basın ve yayın organlarında çeşitli biçimlerde dile getirildi.

Basında yer alan iddialarda işten çıkarılmaların sorumlusu olarak gösterilen Genel Sekreter’in kişisel açıklamalarına göre, bu işçilerin bir kısmı “tembel”, bir kısmı “disiplinsiz”, hatta “kötüniyetli”ymiş. Kimi de sağlık raporu almayı alışkanlık haline getirmiş. İşveren böyle diyor, sendikanın yöneticileri de bu söylemi tekrarlıyor. Ama gerçekte işçiler bize başka bir şey anlatıyor: Çalışırken alın teri döken, yıllarını fabrikaya veren insanlar bir kalemde kapının önüne konuluyor.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta şu: İşten çıkarmalar yalnızca bir işveren tercihi değil, aynı zamanda sendikanın nasıl bir çizgide durduğunun da göstergesi. Sendika, işçinin yanında mı duracak, yoksa patronun söylemini mi tekrar edecek? Ne yazık ki sendika yöneticilerinden bazıları, çıkışların gerekçesini işverenin diliyle açıklamayı tercih etti. İşçiyi suçladı, patronu akladı.

Oysa yakın geçmişte aynı sendika Cargill, Polonez, Nestlé ve Eker işçilerinin yanında durdu. O direnişler, sendikanın kararlı tutumuyla büyüdü. İşçiler, haklarını söke söke kazandılar. O mücadeleler, bize işçi tabanına dayanan sendikacılığın neler başarabileceğini gösterdi. Bugün ise aynı sendikada, bürokratik çıkarların ve klik hesaplarının işçilerin sesini bastırmaya çalıştığını görüyoruz.

Önümüzde olağanüstü bir genel kurul var. Patronların, bazı sendika yöneticilerini açıkça desteklediği biliniyor. Bu tesadüf değil. Çünkü sermaye, işçilerin haklarını savunan sendikal anlayışı zayıflatmak istiyor. İşçinin yanında duran değil, patrona göz kırpan bir sendikacılık işverenler için daha “uygun”.

Ama şunu unutmayalım: İşçilerin gerçek gücü, yönetici koltuklarında değil, dayanışmada ve birliktedir. Sendikaların kaderini değiştirecek olan da tabanın iradesidir. Bugün bir gıda işletmesinde yaşananlar yalnızca bir fabrikanın hikâyesi değil; işçi sınıfının geleceğine dair bir sınavdır.