Şimdi bir yazı yazacağım.
Sabah sabah.
Hava da hiç yazı yazılacak bir hava değil.
Soğuk, kapalı, kasvetli bir kış havası.
Sanki kar yağacak gibi.
'Hava da tam kar havası ha' mı demişti Gülten Kaya?
İşte öyle. Kar havası. İnsanın içi üşüyor.
Ama yine de, şansım varsa, yazmanın zevkine varacağım bir yazı yazarım şimdi.

***
Eğer siz yazıyı okurken olur da kar mar yağmamış, hatta yazdan kalma bir hava olursa öyle pis pis sırıtmayın.
Oluyor böyle şeyler.
Bekir Coşkun'un 'Avukatımı İstiyorum' kitabına yazdığı önsözde okumuştum. Şöyle yazmıştı:
'Yazı beklerken kar geldi.
Ben oturup satırlarımı yazarken, küçük kar taneleri, yaramaz bir kelebek gibi odamın camında oynuyorlar.
Ağaçlar, çatılar, karşı tepeler bembeyaz.
Hava soğudu.
Isı eksi bilmem kaç derece dediler.
Ama okurlarım bu satırları okurken, ortalığın günlük güneşlik olacağını, gömlekle, belki de atletle dolaşacaklarını biliyorum. Çünkü benim yazılarımla hava şartları hiçbir zaman ve asla birbirini tutmadı…'

***
Yazıyı aynı gün yazmıyorum, böyle bir şey mümkün değil zaten.
Yazının başına oturup da yazamamaktan ödüm koptuğu için bir gün önceden de değil, çoğu zaman birkaç gün önceden yazıyorum.
Gerçi üstat demişti, 'hiç korkma,' diye.
'Hiç düşünme yazarken, düşünürsen yazamazsın' da demişti.
Ben asıl o zaman korkmuştum.
'Düşünmeden nasıl yazayım?' demiştim.
'Öyle değil,' demişti, 'ne yazayım diye düşünme hiç. Aklına ne gelirse yaz. Ne yazayım diye düşünürsen tıkanır kalırsın.'
'Köşeni doldurmaya bak,' diye de eklemişti.
En büyük öğretisi buydu üstadın.
Bana biraz ters gelmişti bu öğreti.
Oysa ben istiyordum ki yazdığım her yazı yüz yıl sonra da okunsun.
Belki boş bir hayal.
Bugün bile okuyan var mı yok mu belli değil.
Bunu nerden bilebilirsin ki…
Olsun, kimse okumazsa ben okurum.
Yüz yıl sonra değil tabi.
Ölmeden önce. Son bir kez.
***
Biz bir şey bekleyerek yazmıyoruz ki zaten.
Yazıyoruz işte. Spor olsun diye. Zevkine.
Şuna benziyor bizimki:
'İyilik yap denize at, balık bilmezse Halik bilir.'
Yaz yaz kör kuyuya at.
Belki böylece kör kuyudaki karanlık aydınlığa…
Yok ya! Senin yazdığın ıvır zıvır yazılarla mı?
***
16. yüzyıl divan şairi, sultan-üş şuara (şairler sultanı) Bakî de şöyle demişti:
'Kadrini seng-i musallada bilüb ey Baki
Durub el bağlayalar karşında yaran saf saf'

Bu da hayalden öte bir şey değil bizim için. Ne şimdi ne de musalla taşında bilinecek kadrimiz. Musalla taşı önünde el bağlayacak 'yaran' da boş bir umut. Bu durumda cenazemiz ortada kalmazsa yine iyi.