Önceki yazıda, sosyal medya kullanımının…
Sosyal medyanın hoyratça…
Pervasızca kullanımının tartışıldığını yazmıştım.
Nerede tartışılıyor, sosyal medya?
Televizyonların tartışma programlarında.
Tartışılan, sosyal medyanın kendisi yani!
Ama işte…
Ben, 'Bir süredir sosyal medya tartışılıyor' diye yazdım, sağ olsun, bizim yazı işleri 'bir süredir sosyal medyada tartışılıyor' diye düzeltmiş cümleyi!
Sosyal medyada tartışılan ne?
Yazıda öyle bir şey yok.
Kaş yapayım derken göz çıkarmak…
Sadece bir ek, 'da' eki tüm yazının anlamını değiştirmeye yetmiş.
Neyse…
Oluyor böyle şeyler.
Takılmamak gerekiyor böyle şeylere!
O kadar dikkat ettiğim halde ben de ara sıra hata yapıyorum.
Yazıyı sonradan, yayımlanınca…
Yani iş işten geçtikten sonra okuduğumda fark ediyorum bazı hataları.
Ya bir anlatım bozukluğu…
Ya yanlış basılmış bir klavye tuşu…
Ya silinip değiştirilmek niyetiyle yarısı silinmiş yarısı orada unutulmuş bir kelime…
Oluyor böyle şeyler.
Bazen…
Bazen bununla da kalmıyor.
Yanlış bildiğin bir şey oluyor.
Yanlış hatırladığın bir şey…
Mesela geçenlerde, 'Kargalar ve İnsanlar' adlı yazıda Ahmet Haşim'in 'Kargalar' adlı yazısını Ahmet Rasim'in diye yazdığımı fark ettim sonradan.
Kimse,
'Söz ettiğiniz 'Kargalar' Ahmet Rasim'in değil Ahmet Haşim'in yazısı,' demedi.
Kim diyecek!
Bizimki de laf işte!
Ne yazsan…
Öyle değil ama!
Üzülüyor insan, nasıl fark etmedim bunu diye.
Kimin umurunda oysa!
Okuyan var mı yok mu?
Kim okuyor kim okumuyor?
Belli değil.
Anlatsan birine…
'Neden canın sıkkın?' diye soran birine…
'Dert ettiğin şeye bak yahu! Deli misin sen!' der.
Deli değiliz de neyiz!
Delinin önde gideniyiz hem de!
O ayrı mesele!
***
Çehov'un bir hikayesini okumuştum.
Hikayenin kahramanı, yazdığı yazıda ünlem işaretinin yerini takıyordu kafasına.
Sürekli bunu düşünüyordu.
Kafasında evirip çeviriyordu.
Ünlem işaretinin yeri doğru mu?
Delirme noktasına geliyordu.
Bizimki o kadar değil belki ama…
Yine de insanın canı sıkılıyor, kimsenin umurunda olmayan bu basit meselelere.