Bir tanıdık kitap yazmış.
Sonra onu bir yayınevinde yayımlatmış.
Öyle övünçlü...
Öyle kıvançlı...
Ve öyle forslu...
Zannedersiniz ki karşınızdaki; Savaş ve Barış’ın, Anna Karenina’nın yazarı Tolstoy...
Suç ve Ceza’nın, Karamazov Kardeşler’in yazarı Dostoyevski...
Sefiller’in yazarı Viktor Hugo...
Vadideki Zambak’ın yazarı Balzac...
İnce Memed’in, Binboğalar Efsanesi’nin, Demirciler Çarşısı Cinayeti’nin yazarı Yaşar Kemal...
Dosta, akrabaya kitabını imzalarken, şunları tekrarlıyor:
“Bu kitaptan çok bir şey kazanamadım. Yeni yazacağım kitabı hangi yayınevi bastırırsa parayı ona vereceğim!”
Destek olmak için bir kitap da ben imzalattım.
Aynı şeyleri bana da söyledi.
“Bu kitaptan çok bir şey kazanamadım. Yeni yazacağım kitabı hangi yayınevi bastırırsa parayı ona vereceğim!”
“Yayımlatmak için yayınevine ne kadar para verdin?” diye sordum.
Şaşırdı.
Biraz da bozuldu.
Bu tür şeylere yabancı olmadığımı anlayınca biraz yakınlık, biraz da güven duydu.
Faturayı çıkarıp gösterdi.
Faturayı gösterirken alt dudağını ısırıp başını sağa sola salladı.
Yüklü bir para ödemiş.
Yayıncı karışık bir hesap yapmış buna.
Önce üçle başlamış.

Üç kuruşa kitap sahibi olacağını düşünürken bizimki…

Kapağı şu mu olsun bu mu olsun, birinci hamur kağıda mı kuşe kağıda mı, reklam da ister misin derken üçten beşe, beşten ona, ondan on beşe çıkmış hesap.
Kolilere doldurup gönderdiği, kendisine peşin peşin iki yüz elli liraya sattığı kitabını nereden baksan üç yüze, dört yüze satabileceğini de söyleyip gönlünü almış.
Bu arada kitabının üç yüze dört yüze satın alınacağına kendi de inanmadığı için, sağ olsun, bize indirim yaptı, yarı fiyatına imzaladı.
“Boş ver, bu işler böyle. Kitabı olan bir yazarsın artık,” dedim.

Hoşuna gitti.

Ağzı kulaklarına varıyordu neredeyse!
Öyle dedim ama…
Keşke o kadar kolay olsa her şey, kitabı yayımlanınca yazar oluverse insan, dedim kendi kendime.
Hele iyi bir yayınevinde basılmadıysa kitabın...
Bu da bizimki gibi ülkelerde o kadar da kolay değil.
Aydın Boysan da iyi bir yayınevinde kitap yayımlatmanın bu zorluğu karşısında kendi kitaplarını basmak için Bas Yayınları’nı kurmuştu.
Ahmet Mithat Efendi, Tahtakale’deki evinin altını matbaaya çevirip kitaplarını orada, kendi basmıştı.
Söyleyeceğim şu ki kendinizi boş hayallere kaptırıp,

“Kitap mı yazdınız, arayın yayımlayalım,” diyenlere...

“Kitabınızı bedava yayımlıyoruz,” diyenlere inanmayın.
İnanıp bu insanlara para falan vermeyin.

Her şeyden önce,

“Bedava yaşıyoruz, bedava” demişse de Orhan Veli

Bedava hiçbir şey yok hayatta!

Dere tepe, yağmur çamur, otomobillerin dışı, sinemaların kapısı, camekanlar…

Hiçbir şey…

Hiçbir şey bedava değil hayatta.

Ne hava bedava, ne de bulut.

Acı su bile bedava değil!