Sait Faik’i arayan onu sinema önlerinde film afişlerine bakarken ya da sinema salonunda tek başına film izlerken bulurdu.
Yalnız bir insandı Sait Faik…
Kırk sekiz yıllık ömründe, kendisini koruyup kollayan annesinden başka, kimse olmadı hayatında.
***
Buradan, şuraya geçecek olursak…
Bizim Üstat da, Sait Faik kadar olmasa da, film hastasıydı.
Bir keresinde bana, ayakaltı bir yerde tabureye oturmuş köfte piyaz yerken…
Üstadın böyle huyları vardı.
O günkü yazısını yazıp Yazı İşlerine verdikten sonra ya Tozmanlar’a Şıracı, Bozacı bir de Kör Piyangocuyla anastra oynamaya ya da ayakaltı bir yerde köfte piyaz yemeye giderdi…
Gizemli bir ses tonuyla,
“Film izlemek de kitap okumak gibidir,” demişti.
***
Şehrin sinema salonlarına gelen tüm filmleri izlerdi Üstat.
Jackie Chan filmlerini...
Kungfu filmlerini...
Elinde kılıçla havada uçan insanların olduğu Japon filmlerini...
Hani şu beyin yakan vurdulu kırdılı, gürültülü patırtılı filmleri...
Hepsini izlerdi.
Film seçmezdi.
Aslında Üstadın yüksek bir sanat anlayışı vardı.
Ama işte...
Yemek seçmeme mütevazılığına sahip, önüne ne konursa minnetle yiyen bir insanınki gibi bir şeydi onunki.
Sinema salonlarının sahipleri ne getirirse izlerdi.
E tabii, bir taşra şehrinde de ancak bu kadar oluyordu.
***
Üstat, film izlemek de kitap okumak gibidir, derken…
Çuvaldızı, çuvaldızı değil de Aşil’in mızrağını göğsümüze saplamıştı.
Üstadın söylemek istediği, ömrünü masa başında saatlerce kitap okuyarak tüketme.
Sinemaya git…
Film izle…
Ayakaltı köftecisinde, tabureye oturup, yoldan gelip geçenleri izleyerek köfte piyaz ye.
Yazı böyle yazılır!
***
Adana’da…
On sekiz yaşındayım.
Öykü yazıyorum edebiyat dergilerinde.
Adam Öykü’de, Varlık’ta, Yaşasın Edebiyat’ta, Yazılı Günler’de, E Dergi’de…
Yaşar Kemal’den, Kerim Korcan’dan, Muzaffer İzgü’den mektup alıyorum.
Eee?
Eeesi, baya baya yazarım yani!
Bir de çevre edinmişim Adanalı yazarlardan.
Öykü yazarı Turan Altuntaş var mesela sık sık görüştüğüm.
Ben on sekiz yaşımdayım.
Turan Altuntaş elli dört yaşında.
Beni kendisiyle eşit tutuyor.
Birileriyle tanıştırırken,
“Öykücü arkadaşım,” diye tanıştırıyor.
Gururlanıyorum.
Bir tarafta gençlik bir tarafta amatörlük!
Kendimi bir şey zannediyorum yani!
Neyse…
Nereden nereye geldik.
Diyeceğim şu, bir gün Turan Altuntaş da bizim Üstat gibi;
“Arkadaşım,” demişti. “Altı ay oldu bir tek öykü yazamadım. Nasıl yazayım, aylardır otobüse binmiyorum. Çarşıya pazara çıkmıyorum.”
Kim bilir belki de kısacık ömründe yüzlerce öykü yazan Sait Faik’in de sırrı buydu…
Sinemalarda, caddelerde, sokaklarda, mahalle kahvelerinde…
Yani insanların içinde olmak!