Prens Sabahattin
Meşrutiyetin ilanından sonra İttihat ve Terakki’nin İstanbul’da açtığı temsilcilik ziyaretçi akınına uğramaya başlar. Ortalıkta artık herkes kendini ittihatçı olarak tanıtıyor, kimler eski hafiye, kimler meşrutiyet yanlısı, kimler meşrutiyet karşıtı pek anlaşılamıyordu.
Temsilciliğin güvenliğini, ittihatçıların fedaisi meşhur Kara Kemal ve silahşorları sağlıyordu.
Sürgündeki ittihatçılardan tutun da, Avrupa’dan dönen Jön Türk’ler, memurlar, öğrenciler temsilciliği bir an boş bırakmıyorlardı. Tabi birden bire ortaya çıkan sahte ittihatçılar da vardı.
Tabii bu arada, Avrupa’da Jön Türk olarak bilinen Prens Sabahattin de yurda dönmüş, cemiyet binasına gelerek ittihatçılarla yakınlık kurmaya çalışıyordu. Ancak ittihatçılar bu ziyaretlerden hiç hoşlanmıyordu. Çünkü Sabahattin’in İngilizler ile çok yakın ilişkiler içinde olduğu biliniyordu. İttihatçıların gözünde güvenilmeyen birisiydi. Üstelik 2. Abdülhamit’in öz yeğeni olmasına rağmen 2. Abdülhamit’e büyük bir kin ve öfke duyuyordu.
Bu kinin nedeni, babası Damat Mahmut Paşa’nın sürgünde ölmesiydi.
Ayrıca İngilizlerden para yardımı alan Prens Sabahattin’in gözünü kin o kadar bürümüştü ki, 2. Abdülhamit’in devrilmesi için Avrupa devletleri ordularının, İstanbul’u işgal etmeleri gerektiğini bile söyleyebiliyordu.
Sabahattin İngilizlerden aldığı para yardımını meşrutiyet yolunda harcadığını söyleyerek, bu kirli parayı adeta meşrulaştırıyordu. Kısaca karanlık ilişkileri nedeniyle ittihatçılar tarafından sevilmeyen biriydi.
İttihatçıların başka sorunları da vardı. Yurt dışından ittihatçılık yapmakla ülke içinde mücadele vererek ittihatçılık yapmak çok farklıydı. Yurt dışında rahat ve serbest bir hayat yaşarken, sürgündekiler maaşlarını alırken, ülkedeki ittihatçılar her an tutuklanma ve suikasta uğrama riskiyle, baskı rejimine karşı mücadele veriyorlardı.
Meşrutiyetin ilanından sonra yurda dönen ve sürgünden dönen ittihatçılara, özellikle öne çıkma çabalarından ötürü, merkez ittihatçıları soğuk davranıyor ve mesafe koyuyordu. Bu durum ileride ayrışmaya kadar uzanacaktı.
Öyle de oldu. İttihat Terakkinin tek merkezci tavrı, İstanbul’a gelen Jön Türkler ve sürgünden gelen ittihatçılar, Prens Sabahattin etrafında toplanarak muhalif bir grup oluşturdular ve İngilizlerin de desteği ile İttihat Terakki’ye karşı mücadeleye başlayacak ve kanlı bir gerici ayaklanmanın aktörleri olacaklardı.
…
1908 devriminin öncüsü ve sahibi İttihat ve Terakki, mevcut siyasi ortamın da etkisiyle ülkede tek siyasi güç haline gelmesine rağmen iktidar değildi. İktidar olmak için, yapılacak milletvekili seçimlerini kazanmak gerekiyordu. Kazanacağını da biliyordu. Çünkü hemen hemen ülkenin her yerinde örgütleri vardı. Zaten seçimlere parti olarak değil, cemiyet olarak girilecek, seçilen milletvekillerinden parti grubu oluşacaktı.
Prens Sabahattin İttihat ve Terakki’den yüz bulamayınca, gazetelere verdiği açıklamalarda, siyaseti bıraktığını bildiriyordu. Oysa gerçek bu değildi. Denize nazır yalısına çekilmiş görüntüsü verirken, el altından, liberal arkadaşlarıyla 14 Eylül 1908’de “Ahrar Fırka”sını (partisi) kurmuştu.
Amacı seçim kazanmak değil, İttihat Terakki’ye muhalefet etmek. Üstelik İstanbul hariç ülkenin hiçbir yerinde teşkilatı yoktu.
Seçimler 1876 yılında ilan edilen Kanun-u Esasi’ye yapıldı. Kadınların seçme ve seçilme hakkı olmadığı için, 25 yaşını doldurmuş tüm Osmanlı vatandaşı erkeklerin oy kullandığı bir seçim oldu.
Seçimler İttihat Terakki’nin büyük zaferiyle, Ahrar Fırka’sının hezimeti ile sonuçlandı. Toplam 280 mebusun tamamını İttihat Terakki kazandı.
Mecliste Osmanlı’nın bütün renkleri vardı. Türk, Rum, Ermeni, Sırp, Yahudi, Bulgar mebuslar hep birlikte görev yapacaklardı.
Tabii seçilen bu mebuslar haricinde, üyeleri padişah tarafından seçilen ve bir nevi senato gibi görev yapan bir de ayanlar meclisi vardı.
Meclis-i Mebusan 17 Aralık 1908’de, Sultan 2. Abdülhamit’in de katıldığı bir törenle açıldı. Meclis başkanlığına Avrupa’daki Jön Türklerin temsilcisi Ahmet Rıza, vekilliğine de Talat Paşa getirilmişti. İki İttihat Terakki liderinin bu göreve getirilmesi ittihat Terakki’nin gücünü anlatıyor ve gösteriyordu ve meşrutiyet devri resmen başlamıştı.
Açılış akşamı Sultan 2. Abdülhamit mebuslara Yıldız Sarayı’nda bir yemek verdi ve yemekte Abdülhamit’in şu mesajı okundu.
“Saltanatın, devletin ve memleketin bekçisi önce Allah, sonra millet ve milletin Meclis-i Mebusan’dır…”
-sürecek-
Prens Sabahattin