Geçtiğimiz hafta Elazığ, yalnızca bir şehir değil; bir çağrı, bir uyarı ve bir umut mekânıydı.
13–15 Ekim tarihleri arasında Fırat Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen 7. Uluslararası Afet ve Dirençlilik Kongresi, akademiden yerel yönetime, sivil toplumdan özel sektöre kadar pek çok paydaşı aynı çatı altında buluşturdu. Kongrenin ana teması olan “Geçmişten Ders Alarak Yeniden Yapılanma teması, adeta yaşadığımız yüzyılın ruhunu özetliyordu: “Hatalarımızdan çıkardığımız derslerle afetlere dirençli şehirler ve toplumlar inşa etmek.”
Elazığ’ın seçilmiş olması tesadüf değildi. 2020’de yaşanan deprem felaketinin yaralarını hâlâ taşıyan bir şehirde, afetlerle yüzleşme cesaretini, yeniden yapılanmanın akılcı yöntemlerini ve direncin bilimle nasıl mümkün olabileceğini tartışmak sembolik olduğu kadar öğreticiydi. Kongrede dile getirilen şu cümle dikkat çekiciydi: “Deprem, sel, yangın… Hepsi bize afet anında değil, afet öncesinde güçlü olmamız gerektiğini gösterdi.” Bu sözler, kongrenin bütün amacını özetliyordu aslında.
Kongre boyunca onlarca bildiri sunuldu. Afet yönetimi, risk azaltma, yapı stokunun güçlendirilmesi, iklim değişikliğine uyum, erken uyarı sistemleri, toplumsal farkındalık ve teknoloji temelli izleme altyapıları gibi pek çok konu, birbirini tamamlayan oturumlarla tartışıldı. Yalnızca akademik bir etkinlik değil, adeta bir dayanıklılık seferberliğiydi bu. Farklı disiplinlerden gelen katılımcılar, şehirlerin sadece betonla değil, bilgiyle de ayakta kalabileceğini hatırlattılar.
Afet ve Dirençlilik Kongrelerinin en güçlü yönlerinden biri, disiplinler arası etkileşimi yeniden tanımlamasıdır. Mühendislik, mimarlık, şehir planlama, sosyoloji, ekonomi ve ekoloji aynı masada buluşur. Bu Kongre’de de öyle oldu. Çünkü afetlerin sınırı yok; dolayısıyla çözümün de tek bir disipline sığması mümkün değil. Bilim insanları, kamu kurumları ve belediyeler ortak bir vizyon geliştirmeye çalıştı: afetlerin kaçınılmaz değil, yönetilebilir olduğu bir Türkiye vizyonu.
Kongre, yalnızca akademik bildirilerle sınırlı kalmadı; afet sonrası psikososyal destek, eğitim modelleri, sigorta sistemleri ve risk iletişimi üzerine konuşulan oturumlarla ve panellerde de toplumun her kesimine hitap etti. Afet riskinin azaltılmasında teknolojinin rolü, özellikle uzaktan algılama, yapay zekâ ve coğrafi bilgi sistemlerinin kullanımı üzerine yapılan sunumlarda dikkat çekiciydi. Artık afet yönetimi, yalnızca sahada müdahale etmek değil; önceden görmek, ölçmek ve önlem almak anlamına geliyor.
Uluslararası Afet ve Dirençlilik Kongresi, 2010’lu yılların son yarısından bu yana Türkiye’nin farklı şehirlerinde düzenleniyor. Eskişehir, Gebze, Ankara ve son olarak Elazığ… Her biri, farklı bir temayı öne çıkararak büyük bir bütünün parçalarını oluşturuyor. 4. Kongre 2022’de Eskişehir Teknik Üniversitesi’nde “İklim Değişikliği ve Güvenli Kentler” başlığıyla düzenlenmişti. 6. Kongre, 2024’te Ankara’da Türkiye Belediyeler Birliği ev sahipliğinde “Sürdürülebilir Güçlü Gelecek” temasıyla yapılmıştı. Bu yıl ise, Elazığ’da düzenlenen 7. Kongre, tüm bu birikimin doğal bir devamı olarak, direncin yalnızca fiziksel değil, kültürel ve toplumsal bir süreç olduğunu ve geçmişten ders alınarak geleceği aydınlatabileceğimizi gösterdi.
Dirençlilik kavramı, yalnızca mühendislikte değil; toplumun her katmanında yankı bulmaya başladı. Toplumun bilinçlenmesi, eğitim ve katılım süreçlerinin güçlendirilmesi, yerel yönetimlerin proaktif politikalar üretmesi, ulusal dayanıklılık ağının temel taşlarını oluşturuyor. Kongrede yapılan tartışmalar, afetlere hazırlıklı olmanın yalnızca binaları güçlendirmekle değil, bireyleri ve kurumları da bilinçlendirmekle mümkün olabileceğini bir kez daha gösterdi.
Bugün dünyada afetlerin sıklığı ve etkisi giderek artarken, Türkiye’nin böylesi bir platformu sürdürülebilir şekilde yaşatıyor olması son derece kıymetli. Çünkü afetlerle mücadele, yalnızca acil müdahale ekiplerinin görevi değil; bilim insanından belediye başkanına, öğrenciden sivil toplum gönüllüsüne kadar herkesin ortak sorumluluğu.
Elazığ’daki kongre, bu bilincin kurumsal bir biçim kazandığının göstergesi oldu. Uluslararası katılımlı oturumlar, bilimsel sunumlar ve yerel gözlemler, Türkiye’nin afet direncini artırma yolunda önemli bir dönemece işaret ediyor. Artık mesele yalnızca “afet olduktan sonra ne yapacağız?” değil; “afet olmadan önce nasıl hazır olacağız?” sorusuna verilecek cevaplarda düğümleniyor.
İşte tam bu noktada, Eskişehir Teknik Üniversitesi koordinatörlüğünde yürütülen EPD-Net – Ecological Planning and Design Learning Network projesi, kongre vizyonunun somut bir karşılığı olarak dikkat çekti. Avrupa Birliği tarafından desteklenen bu geniş kapsamlı proje, doğa temelli planlama, afet dayanıklılığı ve sürdürülebilir şehirler konularında yeni bir öğrenme ve paylaşım ağı kurmayı hedefliyor.
EPD-Net’in özü, tıpkı kongrenin de ana fikri gibi, dayanıklılığı yalnızca bir hedef değil, bir öğrenme süreci olarak görmesinde yatıyor. Bu proje kapsamında 11 ülkeden 30’dan fazla paydaş, afetlere dirençli ve sürdürülebilir kentler yaratmak için ekolojik planlama ve tasarım ilkelerini yeniden tanımlıyor. Avrupa’nın ve Dünya’nın farklı bölgelerinde geliştirilen doğa temelli çözümler, akıllı eğitim modülleriyle birleşiyor; kentlerin, tasarımcıların ve öğrencilerin birbirinden öğrenebileceği, karşılıklı bir bilgi ağı inşa ediliyor.
EPD-Net’in “Nature Cities Alliances – Doğa Kentleri İttifakı” yaklaşımı, Elazığ’daki kongrede sıkça dile getirilen “birlikte dirençli olma” temasına derin bir anlam katıyor. Ancak bu yaklaşım, kentleri doğanın içinde birbirinden kopuk yapılar ya da izole “adalar” olarak görmüyor. Tam tersine, NCA kentleri, birbirlerinden doğrudan etkilenen, bu nedenle hem birbirleriyle hem de gezegenimizin doğal sistemleriyle işbirliği yapmak zorunda olan; kırsalın ortasında konumlanan yaşayan ekolojik adacıklar olarak tanımlıyor.
Bu vizyon, doğa ile kent arasındaki yapay sınırları ortadan kaldırarak, yerleşimleri ekolojik, kültürel ve toplumsal süreçlerle bütünleştiriyor. Her NCA kenti, çevresindeki kırsal alanla karşılıklı bir etkileşim içinde; suyu yöneten, karbonu tutan, enerjiyi dönüştüren, biyoçeşitliliği koruyan ve kültürel yaşamı besleyen bir ekosistem parçasına dönüşüyor.
Böylece NCA, yalnızca bir planlama modeli değil, doğa ile insanın ortak varoluşuna dayalı bir yeni kent paradigması olarak ortaya çıkıyor.
Bu vizyon, doğa ile kent arasındaki yapay sınırları ortadan kaldırarak, yerleşimleri hem ekolojik döngülere hem de toplumsal sistemlere entegre bir biçimde yeniden kurguluyor. Her NCA kenti, çevresindeki kırsal alanla ve kent içindeki yeşil alanlarla karşılıklı bir alışveriş içinde; karbonu tutan, suyu yöneten, enerjiyi üreten, biyolojik çeşitliliği koruyan ve aynı zamanda kültürel yaşamı besleyen birer ekolojik düğüm noktası haline geliyor.
Bu nedenle Doğa Kentleri İttifakı, sadece bir planlama modeli değil, bir yaşam felsefesi olarak da okunabilir. Kentlerin doğadan kopmadan, onunla birlikte var olabileceğini; doğayı sömürmeden, ondan öğrenerek gelişebileceğini gösteren bir paradigma sunuyor. EPD-Net projesinin bu çerçevede ortaya koyduğu vizyon, aslında afetlere dirençli şehirler yaratmanın en doğal ve en sürdürülebilir yolunun da formülünü veriyor: Doğayla çatışmadan, doğayla dayanışarak var olmak.
Bu yaklaşımda ayrıca her şehir, kendi içinde ürettiği bilgi, deneyim ve çözümleri paylaşarak diğer şehirlerin dayanıklılığını artırıyor. Bu da, afet yönetiminden çevre planlamasına kadar uzanan çok katmanlı bir dönüşüm anlamına geliyor.
EPD-Net’in yenilikçi modülü olan EPD-Assist, bu dönüşümün dijital ayağını oluşturuyor. Yapay zekâ destekli, çok dilli bir eğitim platformu olarak tasarlanan sistem, kriz anında bilgiye erişimi kolaylaştırırken, meslek insanlarına gerçek zamanlı karar desteği sağlıyor. Böylece eğitim, araştırma ve uygulama alanları arasında süreklilik sağlanıyor; afetler karşısında bilgi yalnızca korunmuyor, aynı zamanda güçleniyor.
Bu projenin uluslararası yankısı, Türkiye’nin afet yönetimi konusundaki bilimsel kapasitesini ve vizyonunu da yansıtıyor. Avrupa’dan Asya’ya uzanan bir ağın merkezinde yer almak, Eskişehir Teknik Üniversitesi için yalnızca bir başarı değil, aynı zamanda bir sorumluluk anlamına geliyor. Çünkü dayanıklılık, tek bir kurumun değil, bir bütün olarak toplumun omuzladığı bir süreçtir.
Kongrede yapılan oturumlarda EPD-NET projesi de sunuldu. Bu sunumda EPD-Net’in metodolojik çerçevesi anlatılırken, özellikle doğa temelli çözümlerle afet sonrası yeniden yapılanmanın nasıl mümkün olabileceği örneklerle aktarıldı. Projenin çıktısı olan bu tür bilimsel katkılar, sadece geçmişe değil, geleceğe de ışık tutuyor.
Elazığ’daki bu büyük buluşmada bir kez daha anlaşıldı ki; afetlere dirençli şehirler, yalnızca güçlü binalarla değil, güçlü kurumlarla, güçlü akademik ağlarla ve en önemlisi güçlü liderlikle mümkündür. Eskişehir Teknik Üniversitesi, bu konuda her zaman öncü bir rol üstlenmiştir. Bu rolde Enstitümüz öğretim üyesi Doç.Dr.Muammer Tün’ün katkısı yadsınmaz. Üniversitemiz ve Yer ve Uzay Bilimleri Enstitümüz, afetler ve dirençlilik konundaki bilimsel üretimi, uluslararası iş birlikleri ve nitelikli insan kaynağıyla, afetlere dirençli ve sürdürülebilir kentler vizyonunu yalnızca anlatmakla kalmamış, hayata geçirmiştir.
Bu noktada, vizyoner bakışı, bilimsel öncülüğü; yanı sıra kurumlararası işbirliğine ve uluslararasılaşmaya verdiği kararlı destek nedeniyle Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Adnan Özcan’a içten bir teşekkür borcumuz var. Onun liderliği, üniversitemizin yalnızca ulusal ölçekte değil, küresel düzeyde de fark yaratan faaliyetlere ve projelere öncülük etmesini sağlıyor.
Afet ve Dirençlilik Kongresinde, farklı kurum, kuruluşlardan, farklı kültürlerden ve ülkelerden bilim/meslek insanlarının ve öğrencilerin bir araya geldiği o anlarda, afet yönetimi ile ilgili tüm çalışmaların yalnızca mesleki ve bilimsel değil, ahlaki ve insani bir anlam taşıdığını bir kez daha hissettik. Çünkü afetlere karşı dirençli bir dünya, önce birbirini anlayan, sonra birlikte öğrenen insanlar sayesinde mümkün olacak.
Belki de Elazığ’daki Kongresindeki ana tema olan Geçmişten Ders Alarak Yeniden Yapılanma vurgusu, hepimize aynı şeyi söylüyor: Dirençlilik, yalnızca yeniden ayağa kalkmak değil; her düşüşten sonra daha bilge, daha dayanışmacı ve daha doğayla uyumlu biçimde yeniden yürümektir. Ve o yürüyüş, artık Eskişehir’den, Elazığ’dan, Avrupa’nın, Dünya’nın farklı kentlerinden aynı yönde ilerliyor - doğa ve onu oluşturan sistemlerle uyumlu, insanla bütünleşik, dayanıklı bir gelecek için.