Kaç yıldır, buna yıllardır da diyebiliriz aslında, yıllardır yazı yazıyorum.
Sonuç?
Hiç!
Ne geçti elime?
Hiçbir şey!
***
Üstat Önder Baloğlu’na,
"Yaz yaz ne olacak bu yazılar? Gazete sayfalarında yok olup gidecek," diyordum.
Şaşırıyordu benim bu yaklaşımıma.
"Kaybolmaması için yazılarını kitaplaştır," diyordu.
Ah üstat!
Beni anlamaktan o kadar uzaktı ki…
***
Üstat kırk yıldır köşe yazısı yazıyordu.
Yazıları çok seviliyordu.
Çünkü bizdeki gazete okurunu çözmüştü.
Bizdeki okurun istediği basit, kolay okunur, kafa yormayacak yazılardı.
Üstat da okurun istediği gibi yazılar yazıyordu.
Sanat, edebiyat; yazının kalıcılığı...
Gerek yoktu bütün bunlara.
Önemli olan yazının okunurken tat vermesiydi, sevilmesiydi, kolay okunmasıydı.
Mesela otobüs, dolmuş, tramvay beklerken…
Çekirdek çitlerken...
Evde, kahvaltı masasında çay yudumlarken...
Ev halkıyla sohbet ederken...
Hatta eşiniz ev süpürürken, öfkesinden, gelip gidip süpürgenin başlığıyla ayağınıza vurarak, "topla ayaklarını" derken...
Yani o hengamede bile Üstadın yazılarını zevkle okuyabilirdiniz.
***
Üstadın olaylara yaklaşımı da yazılarındaki basitlikteydi.
Ben, "Yaz yaz ne olacak bu yazılar? Gazete sayfalarında yok olup gidecek," derken, bambaşka bir şeyden söz ediyordum.
Üstadın anladığından çok farklı bir şeyden.
Gazete yazılarının kalıcı olmadığından, bu yazıların ömrünün gün batımına kadar olduğundan, bir gün sonra bile okunmaz hale geldiğinden söz ediyordum.
Yüz yıl sonra da okunacak kalıcı yazılar yazmaktan söz ediyordum, Üstada.
Üstadın anladığı ise yazdığımız yazıların kaybolmasını önlemekti.
Onun için, "Yazılarını kitaplaştır" diyordu.
Bu bir işe yarar mı?
Yaramaz!
Yüz yıl sonra da okunacak yazılar yazabilmek asıl mesele.
Değilse...
Yazılarını altın varaklı kitapta da toplasan...
Çerçeveletip duvara da assan bu bir işe yaramaz.
Kalıcı olmayan yazılar yok olup giderken yazarını da kendisiyle birlikte yok eder, unutturur.
Bir zamanların ünlü gazete yazarlarının yazılarını topladıkları kitapları bugün kim okuyor?
Mesela Ref'i Cevat'ın, Naci Sadullah'ın, Zekeriya Sertel'in, Vala Nurettin'in...
Adlarını bile hatırlayan yok!
Günümüze daha yakın bir zamana gelecek olursak…
İlhan Selçuk'un, Çetin Altan'ın, Hasan Pulur'un kitaplarını okuyan var mı?
Birkaç kuşak sonra adlarını da duyan, bilen olmayacak.
***
Bütün bunlara rağmen, maddiyatçı bir dünyada paran, araban, evin damın, malın mülkün, makamın, mevkiin kadar değerin varken insanların gözünde...
Yazı yazmaya devam etmekle etmemek arasında gidip gelsem de sürekli, yazı yazmak kuvvetli bir ağrı kesici gibi geliyor bana.
O gün yazı yazmışsam, bambaşka bir insan oluyorum.
Diğer günler içimden insanlara selam vermek bile gelmiyorken, o gün, Proust'un çiçek açmış genç kızlarıyla bile, en şefkatli halimle tatlı bir sohbete girme arzusuna kapılıyorum.