Dünyada savaşın, işgalin ve ekonomik krizlerin gölgesinde Türkiye için “denge siyaseti”, ulusal bağımsızlık iddiaları ve büyük güçler arası manevralar hâlâ gündemin merkezindeyken, bir gerçek giderek daha görünür oluyor: Savaşın, müdahalenin ve sömürünün bedelini yine işçi ve emekçi halklar ödüyor. Dış politika söylemde ulusal bağımsızlık, anti-emperyalist ve anti-siyonist bir duruş içerirken, pratikte ise çoğu zaman kısa vadeli iktisadi ve jeostratejik çıkarlara, pazarlığa ve tutarsızlığa dayanıyor.

Emperyalizm ve Siyonizm: Bölgenin Derin Yarası

Emperyalizm; başta ABD ve NATO olmak üzere, büyük kapitalist güçlerin kendi çıkarları uğruna başka ülkelerin egemenliğine ve kaynaklarına müdahale etmesi. Siyonizm ise, İsrail’in Filistin başta olmak üzere bölgedeki yayılmacı ve işgalci politikalarını meşrulaştıran, halkları baskı altına alan bir ideoloji. Bugün Ortadoğu’daki savaşların, parçalanmaların ve sistematik yoksullaşmanın arkasında bu iki ideolojinin izlerini bulmak mümkün.

Söylem ve Gerçek

Türkiye son yıllarda daima “denge” veya sarkaç siyasetiyle tanımlanıyor. Ancak bu denge, samimi bir bağımsızlık çizgisi olmaktan çok, büyük güçlere karşı koz elde etme ve kısa vadeli çıkarlar uğruna sürekli yön değiştirme halini aldı. Hükümetin, bu yaklaşıma yönelik birçok örnek politikası var.

Bunlardan birisi, İncirlik Üssü meselesi… İncirlik Üssü, ABD’nin Irak, Suriye ve genel olarak Ortadoğu’daki askeri operasyonlarında kritik role sahip. Anti-emperyalist söylemler yükselirken dahi, fiiliyatta İncirlik üslerinde Amerikan askeri varlığı ve operasyon desteği sürüyor.

İsrail yapılan ticari ve askeri işbirlikleri bir başka örnek. Filistin halkına yönelik saldırılar Hükümet tarafından kınansa da, Mersin Limanı’ndan İsrail’e çelik ihracı, savunma sanayi alanında dönem dönem süregiden işbirlikleri ve iki ülke arasındaki ithalat/ihracat hacminin yüksekliği, söylem ile pratiğin çeliştiği önemli bir alan. Diğer yandan Katar ve Suudi Arabistan gibi otoriter ve Batı ile yakın ilişkileri olan ülkelerle askeri ve ekonomik anlaşmalar yapılırken, anti-emperyalist dayanışma iddiaları havada kalıyor.

Söylemle eylem arasındaki farkı gösteren bir başka örnek de Suriye politikasında karşımıza çıkıyor. Bir yanda Suriye’ye dönük emperyalist müdahaleye karşı çıkıldığı öne sürülürken, uygulamada NATO ve AB ile güvenli bölge ve mülteci pazarlıkları ile süregelen işbirliği dikkat çekiyor.

İkircikli tutumun bir başka örneği de Rusya-Ukrayna savaşı… Rusya ve Batı arasında “arabulucu” rolüne soyunulmasına rağmen; Ukrayna’ya askeri teknoloji verilirken, Batı'nın yaptırımlarına bütünüyle katılmayarak çifte standartlı bir denge güdülüyor.

Savaş, Sömürü, Pazarlık Kime Kaybettiriyor?

Bu tablonun kazananı ulus devletlerin yönetenleri, büyük sermaye çevreleri ve savaş sanayi olurken; kaybedeni ise her daim işçilerdir, yoksullardır, halklardır. Türkiye’de ve bölgede yaşanan her siyasi/ekonomik kriz veya askeri sorunun bedeli, enflasyon, işsizlik, geçim sorunu ve toplumsal kutuplaşma olarak geri dönüyor.

Bir yandan kamuoyuna Filistin’le dayanışma mesajları; diğer yandan İsrail ile sürekliliği olan ticaret! Bir yanda emperyalist müdahalelere karşı çıkan söylemler; diğer tarafta NATO üssü olarak İncirlik’in işlevini koruması, göçmen anlaşmaları. Bu çelişkili manzara, dış politikada samimi bir anti-emperyalist/anti-siyonist çizgiye duyulan ihtiyacı bir kez daha görünür kılıyor.

Emekçi Halklar İçin Tek Yol: Bağımsızlık, Barış, Dayanışma

Bugün anti-emperyalist ve anti-siyonist bir çizgi yalnızca lafta veya diplomatik hamlelerde değil, pratikte sömürüye, savaşa ve işgale karşı kararlı tutum almakla mümkün. Bunun yolu da barışı, halkların dostluğunu ve emeği önceleyen, dış politika çıkarlarını salt devlet aklı ve kısa vadeli kâr hesaplarına endekslemeyen bir mücadeleden geçiyor.

Uluslararası savaş baronlarına, emperyalist müdahalelere, siyonist işgale çıkan yollar, Mersin’den İsrail’e giden çelikte, İncirlik’ten havalanan uçaklarda, mülteciyi pazarlık konusu yapan masalarda görülüyor. Gerçek alternatif ise emekçiler açısından savaş, sömürü ve bağımlılık zincirlerinin kırıldığı bağımsız ve ilkeli bir barış politikasıdır.