Serbest piyasaya güvence sağlama düsturuyla varlık bulan devletlerde, yasalar sermaye sahibi kesimin çıkarları doğrultusunda yapılır. Kapitalist toplumda özgür yurttaşlık, eşitlik ve kardeşlik gibi ilkeler, ulus devletlerin çizdiği yasal çerçevede, sermayedar kesime daha fazla olanak sağlama işleviyle kullanılır.

Toplumsal yaşamın sürdürülmesini sağlayan kurallar, geniş kitlelerin mülksüzleştirilmesine ve proleterleşmesine hizmet eder. Bu durum, beraberinde halkların sömürülmesini ve yoksullaşmasını getirir. Bunun en temel nedeni, kaynakların insanlık tarafından eşit paylaşılmamasıdır, yani toplumsal sınıfların ortaya çıkması ve güçlü sınıfın diğerlerini ezmesidir.

Yaşam koşullarını insani seviyede tutmak isteyen işçi sınıfı, bölüşüm ilişkilerinde eşitliğin sağlanabilmesi ya da en azından sömürü seviyesinin azaltılması için sendikaların çatısı altında örgütlenir. Kaynakların eşit bölüşümü, insani olandır ve ulaşılması gereken mutlak amaçtır. Bunun yanında mevcut sistem içerisinde kalarak, iktisadi koşulları görece iyileştirmeye yönelik yaklaşımlar da söz konusudur. Hatta günümüzdeki sendikal hareketin büyük ölçüde bu yaklaşıma sahip olduğunu söylemek mümkün.

İşçilerin iktisadi koşullarını iyileştirmek için girilen ekonomik temelli mücadele, gündelik yaşamın sürdürülmesi açısından önemlidir. Dahası toplumun genel yapısına bakıldığında gerçekçidir. Ancak mutlak bir iyilik halini sağlamanın yolu siyasal mücadeleden geçer. Sendikal bilinci sınıf bilinciyle birlikte ele almak gerekir. Zira içinde bulunduğumuz kapitalist üretim ilişkileri, sermayedar sınıfa belirgin bir egemenlik alanı sağlar.

Kapitalist hegemonyayı yıkmanın tek yoluysa işçi sınıfının örgütlenmesidir. Sendikalarda örgütlenmek ve devamında siyasallaşmak, işçilerin kaynakları eşit bölüşmek için en önemli araçlarıdır. Bu durum, egemen sınıf tarafından o kadar iyi biliniyor ki işçilere tanınan göreli özgürlükler dahi akıl almaz uygulamalarla sınırlanıyor.

Sendikalı işçilerin, sudan sebeplerle “ahlak ve iyiniyet kurallarını ihlal ettiği” gerekçesiyle işten çıkarılması, toplu iş sözleşmesi hakkının yetki itirazı gibi yöntemlerle fiilen kullanılamaz duruma gelmesi, belirli işkollarında doğrudan grev yasağı olması, diğer işkollarındaki grevlerin de Cumhurbaşkanlığı tarafından “milli güvenlik” ve “ulusal sağlık” gibi alakasız gerekçelerle “ertelenmesi” (fiilen yasaklanması), göreli özgürlüklerin kısıtlanmasına verilecek en net örneklerdir.

Egemen sınıf bir yandan yasalarla bu hakları tanıyor gözüküyor, ancak bu hakların kullanımını büyük bir ustalıkla engelleyebiliyor. Buna karşı yapılması gerekense, egemen sınıfa kanunlardan kaçabildiği manevra olanaklarını ortadan kaldırmaktır. Bu da yine örgütlenerek mücadele etmekten geçer.

Son günlerde kamuoyunda yankı bulan bir gelişme, bu konuda gerçekten önemli ve takdire şayandır. Emek Partisi (EMEP) tarafından başlatılan “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş” kampanyası, aylarca süren yoğun çalışmanın ardından TBMM’ye sunulan yasa teklifiyle birlikte çok büyük değer kazandı.

Kampanya toplantısı ilk olarak 18 Ocak 2025 tarihinde İstanbul’da yapılmıştı. Çok sayıda işçi, sendikacı, akademisyen, araştırmacı, hukukçu toplantıya katıldı. Ben de bu toplantıda yer almıştım ve alınan kararlar beni çok heyecanlandırmıştı. Zira işçiler artık sadece savunma tarafında değildi, kendisi de atak hale geliyordu. Bu gerçekten çok büyük anlama sahip.

Kampanya dönemi boyunca Türkiye ölçeğinde birçok işyerinde, odalarda ve diğer kamusal alanlarda tanıtım yapıldı. Ben de Denizli’deki panelde kampanya hakkında konuşma yapmıştım.

Çok yoğun bir çaba sarf edildi. Taleplerimiz net isminde bir platform kuruldu. Hemen hemen her gün farkındalık çalışması yapıldı. Sonuç olarak hazırlanan yasa teklifine on binlerce işçi imza attı. Teklif, Emek Partisi’nin öncülüğünde hazırlandı. TBMM’de yer alan Türkiye İşçi Partisi (TİP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), İyi Parti ve Saadet Partisi tarafından da desteklendi. Yasa teklifi geçtiğimiz hafta TBMM’ye sunuldu.

Birçok işçi, sendikacı ve araştırmacının yer aldığı basın toplantısı düzenlendi. Muhalif medyanın yanında ana akım bazı basın-yayın organlarında da bu gelişmelere yer verildi.

Sonuç olarak tüm samimiyetimle söylemeliyim ki Emek Partili dostların öncülüğünde başlayan bu kampanya gerçekten çok büyük umut verdi. Teklifin kabul edilip edilmemesi bir yana, işçilerin atak olması yönündeki önemli çalışma için tüm EMEP’lilere, destek veren siyasi parti, sendika ve demokratik kitle örgütlerine, işçilere ve araştırmacılara bu umudu yeşerttikleri için sonsuz teşekkür ediyorum.

Kampanya süreci gösterdi ki yasanın en iyisini işçiler yapar. Bu doğrultuda tüm sosyalist partilerin ve sendikaların sorumluluk üstlenmesi, işçi sınıfının elzem bir ihtiyacıdır. Atak olmaya devam etmek gerekir.