Size her şeyi anlatacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Elbette her yazı, biraz da yazarın kendisidir; hele ki söz konusu olan denemeyse.
Her ne kadar Balzac'ın annesi, 'Sakın Balzac'a ailemizle ilgili bir şey anlatmayın, bütün dünya öğrenir bunu,' diye ailenin diğer fertlerini uyarsa da, ancak insanlara güvendiği ölçüde açığa vurur kendini yazar yazılarında.
***
Yine de ne bileyim işte...
Bir aşüftenin, bir afet-i devranın peşinden gider gibi peşinden gittiği şu yazılarda insan içini dökmek de istiyor ara sıra…
Bilmem hakkımız var mı bu kadarına?
Ne ki...
Pek çok şey kaybettik yazının, bu kızıl saçlı yosmanın peşinde…
Giderek yalnızlaştık mesela.
Giderek içimize kapandık.
Giderek kendimizi soyutladık yazının dışındaki dünyadan.
Karşılıklı oturup konuşacağımız kimse kalmadı sonunda çevremizde.
Ya da bizi anlayacak kimse...
***
Geçenlerde Çetin Altan'ın da yıllar önce, 'Şeytan'ın Gör Dediği' köşesinde yayımlanmış, 'Dertleşme' adında bir yazısını okudum.
Ahmet Altan doğduğunda taksiye binip çocuğu eve getiriyor.
Taksiden inecekken, taksiciye,
'Vallahi hiç param yok!' diyor.
Mahcup...
Utanıyor, sıkılıyor...
Taksicinin ne tepki vereceğini de bilmiyor.
'İn ulan aşağıya!'
Taksicinin ne diyeceğini kestirmeye çalışırken,
'İstersen,' diyor, 'eve çıkıp bir kahve içelim.'
'Canın sağ olsun abi,' diyor taksici. 'Senin böyle mutlu bir gününde paranın sözü mü olur.'
Şimdi olsa böyle bir şey...
Döve döve öldürürler adamı.
Devir çok değişti çok...
***
Ahmet Kaya da böyle bir şey anlatmıştı.
Henüz daha meşhur olmadan...
Yani Ahmet Kaya henüz daha Ahmet Kaya değilken durak taksisinde çalışıyormuş.
Gece yarısı bir müşteri alıyor.
Elli kilometre kadar gidiyorlar.
Müşteri arabadan inince, parasının olmadığını söylüyor.
Ahmet Kaya,
'Abi,' diyor, 'olur mu böyle şey. Ben burada haftalıkla çalışıyorum. Patron haftalığımdan keser. Sonra bak, kaç kilometre getirdim seni.'
'O zaman geri götür!' diyor adam.
***
Çetin Altan'a geri dönecek olursak...
Eşi doğum yapmış...
Hastane masrafları...
Çocuğun masrafları...
Annesi aracılığıyla babasından borç istiyor.
Babasıysa, avukatlık yapmak yerine, boş işlerle uğraşmak olarak gördüğü yazı işiyle uğraştığı için Çetin Altan'a karşı hep öfkeli.
'Benden borç isteyeceğine,' diyor, 'gitsin başını taşa vursun o serseri!'
***
İşte böyledir bir aşüftenin…
Bir afet-i devranın…
Kızıl saçlı bir yosmanın peşinden gider gibi yazının peşinden gitmek.
Annenin, babanın, eşin, çoluğun çocuğun gözünde boş işlerle uğraşan, başını taşa vuracak biri olursun.
Devletin gözündeyse potansiyel suçlu.
Peki, ne yapalım biz? Ne yapalım! Nereye gidelim, Roma'dan kovulan çingeneler gibi.