‘Avrupa kenti’ olarak gösterilen Eskişehir’imiz modernizm ve sürdürülebilirlik anlayışıyla ülkemizde ‘yaşanabilir’ şehirler arasında ilk sıralarda yer alıyor.
Yapılan anket çalışmalarını bir kenara bırakırsak kentin imajı, yerli turistlerin ve yerleşik halkın bakış açısıyla dilden dile dolaşan anlatımıyla Eskişehir özellikle Anadolu kentleri arasında nefes alan/aldıran bir yaşam alanı olarak gösteriliyor.
Bu haliyle de seviliyor ve göç alıyor…
İmajıyla değer gören ve bunu korumak için yoğun bir sosyal kültürel yapı inşa eden Eskişehir’imizin geleceğini koruyup oluşturmak da bugünümüzün en büyük görevi olarak karşımıza çıkıyor.
*
Kentin geleceğini belirlerken yerel yönetimlerin ideolojik bakış açısıyla aldığı kararlar merkezi yönetimin tavrından daha önemli olabiliyor.Özellikle kalıcı kararların etkilerini şehrin nasıl şekillendiğine bakarak okuyabilmeliyiz.
Şehir planlamasının içinde barındırdığı mimari etkiler de kültürel izleriyle tarihte yer ediniyor.
Belediye meclislerinden geçen imar planlarıyla kentteki yapılaşmanın doğa ve çevre uyumuyla birlikte insan hayatını kolaylaştırıcı şekilde mi yoksa tam tersi ranta teslim olan seçenekler mi olduğunu yüzyıllar sonra bile değerlendirebiliriz.
Çok dikkat etmesek de yarının yaşam koşullarını biçimlendirmek bugün hepimizin sorumluluğu…
*
Eskişehir’e yönelik en büyük eleştirilerin ‘meydan’ yokluğu olduğunu söyleyebiliriz.
Kentlerin meydanları ve meydan düzenlemeleri toplumsal birlikteliğin sembolü haline de geliyor. Hatta öyle meydanlar var ki bugün hala tarihi süreçlerde sembolleşmiş anıtlara da ev sahipliği yapıyor. Maalesef bu konuda yetersiz kalıyoruz…
Vilayet Meydanı’ndaki Atatürk Anıtı, Ulus Meydanı’ndaki Ulus Anıtı, Cumhuriyet Bulvarı Adalet Kavşağı’nda bulunan adaletin sembolü ‘Themis’ heykeli ve elbette birçok Eskişehir fotoğrafında gördüğümüz Reşadiye Meydanı’ndaki Kurtuluş Savaşı heykeli kentin simgesi haline geldi.
Fakat bu heykellerimiz de kamusal bir mekandan çok çevre düzenlemelerinin içine sıkıştırılmış durumda.Heykellerimizi eleştirmek yerine daha yapıcı olsaydık belki bugün kentimizde daha çok ‘nefes aldıran’ kamusal alanlara sahip olabilirdik.
*
Şehir merkezine baktığımızda insanların vakit geçirebileceği geniş, yeşillendirilmiş ve anıtların bulunduğu kamuya açık alanlardan ziyade alışveriş merkezlerinin ve günlük ihtiyaçlar için kullanılan dükkanların hakim olduğunu görüyoruz. Bu da yıllar içinde oluşturulan kimliğimizle taban tabana zıt bir izdüşüm yaratıyor.
Bulunduğumuz veya gideceğimiz konumu tarif ederken kamusal alana hükmeden ‘marka’ların isimlerini kullanıyoruz. Bu markalar da çoğu zaman alışveriş merkezleri oluyor… Eskişehir’imizde parklar ve kültür merkezleri varken dilimizgri bir şehrin kültürüyle konuşuyor…
*
Otomobil trafiğine kapalı olan İkieylül Caddesi’nde en eski avm’lerden olan bir, İsmet İnönü Caddesi’nde başka bir tane ve biraz daha ilerisinde tarihi kiremit bacalarının arasında olmak üzere sadece ana arterlerde 3 alışveriş merkezimiz bulunuyor.
Nispeten merkezden biraz uzaklaşırsak Çamlıca ve Ertuğrulgazi mahallelerinde birer tane daha alışveriş merkezlerimiz var. Buna rağmen Eskişehir’de üç yeni AVM daha inşa ediliyor. Yunus Emre Caddesi’nde, Gündoğdu Mahallesi’ndeki ETO hizmet binasının hemen yanına ve Uluönder Mahallesi’nde Güzel Sanatlar Lisesi’nin hemen yakınına…
Peki bu yapılar Eskişehir’e gerekli mi? Elbette ticari hayata bir hareketlilik kazandıracaktır fakat 10-20 yıl sonra bahsettiğimiz bu konumlar için yaşam alanlarının merkezinde deyip bugün yakındığımız trafik, otopark ve kamusal mekan yokluğunu konuşabiliriz…
*
Bugün ‘gelişmişlik’ kriteri altında alınan kararların yarın hangi sorunları doğuracağını öngörmeden atılan her adım, Eskişehir’in yıllar içinde emekle inşa ettiği kent kimliğini aşındırma riski taşıyor…
Mesele AVM’lere karşı olmak değil; kenti insan ölçeğinde, kamusal alanlarıyla, meydanlarıyla ve nefes aldıran dokusuyla koruyabilmektir!
Eğer bugün sesimizi yükselterek bu soruları sormazsak, gelecekte kendimizi‘Avrupa kenti’ diye anılan Eskişehir’i değil, kaybettiklerimizi konuşur halde bulacağız.