Nerden de yazmıştım şu yazıyı?
'Yerseniz' adlı yazıyı.
Doğrusu hiç aklıma gelmemişti insanların bu yazıyla bu kadar meşgul olacağı.
İtiraf ediyorum ki şimdiye kadar hiçbir yazım bu kadar ilgi görmemişti.
***
Çok sayıda e-mail geldi bu yazımdan sonra.
Şu da aramızda kalsın, doğrusu ilk başta, bir anda meşhur oldum sandım.
Kıvanç duydum.
Ama okuyunca mailleri... İçim burkuldu. Hüzünlenip kederlendim, insanlar beni anlamıyor, diye.
***
Mesela üniversiteli genç bir kız şöyle yazmış:
'Adem Bey, yazınızı tramvayda cep telefonumdan, iki durak arasında okudum.
Tramvaydan iner inmez de doğru manava gidip verdiğiniz tarifteki malzemeleri aldım.
Bir adet patates, bir adet soğan, bir adet havuç alınca manav biraz bozuldu.
Hatta çorba yapacağıma inanmayıp pis pis, terbiyesizce sırıtarak;
'Havucu iki al istersen, birini de yersin!' dedi, yaşından başından utanmadan.
Ben de ona, çorba yapacağım, deyip yazınızı gösterdim.
O arada diliyle dişi arasından, 'adamın uğraştığı şeye bak,' deyip size de küfretti galiba.
Aldırmayın, terbiyesizin teki zaten adam...
Eve gelip heyecanla yapmaya başladım çorbayı.
Size çok teşekkür edecektim ama...
Ama çorba olmadı.
İçinde topak topak bir şeyler gezinen, yeşilimsi bir su çıktı ortaya.
Şimdi siz, çorbayı iyi karıştırmamışsın, diyeceksiniz.
Vallahi, söylediğiniz gibi, hızlı hızlı karıştırdım.
Hatta bir ara, çorbayı karıştırırken aynı anda kalçalarımı da sağa sola arsızca çalkaladığımı fark edip çok utandım.
Yazınız, mutfak tezgahının üzerine koyduğum telefonda açık, göz ucuyla tarifi okuyorum ya. Orada da fotoğrafınız var ya. Sanki karşınızda utanmazca kıvırtıyormuşum gibi bir hisse kapıldım...
Aslında çorbayı lavaboya boşaltırken çok kızmıştım size bizimle dalga geçtiniz, diye.
Çünkü o tarifi uydurdunuz, değil mi?
Ama tavuk dürüm isteyip karnımı doyurunca, yanında da iki bira, her şeyde bir hayır varmış demek ki, iyi ki olmamış şu çorba dedim; öfke möfke de kalmadı bende tabi.
Ama yine de kendi kendime söz verdim, bir daha hiçbir yazınızı okumayacağım.
***
Bir başka mail:
'Abi sen de mi? Televizyonların ana haber bültenlerinde şempanze yavrusuna bakıcılık yapan aslan, kedi yavrularına annelik yapan köpek haberlerini izlemekten gına geldi. Sen de yazılarında yemek tarifi vermeye başladın. Ne iş abi?'
***
Başka bir mailse, öfkeli bir vatandaştan:
'Beyefendi, memleket bu haldeyken…
Şimdiye kadar, Suriye'nin adını dahi bilmediğimiz, duymadığımız kasabalarında askerlerimiz şehit düşerken…
Ülke evet hayır tartışmasıyla kavgaya, iç savaşa sürüklenirken…
Terör örgütleri şehirlerimizde cirit atarken, bombalar patlatırken, masum insanları öldürürken siz köşe yazınızda çorba tarifi veriyorsunuz okurlarınıza utanmadan.
Böyle zamanlarda siz aydınlardan, yazarlardan beklenen toplumu aydınlatmanız, halkı bilinçlendirmenizdir.
Ama siz ne yapıyorsunuz? Dalga geçiyorsunuz!
Siz nasıl bir yazarsınız?Siz kendinizden utanmıyor musunuz?
***
Utanıyorum! Şiddetle utanıyorum kendimden...
Çocuk, babasını ziyarete gitmiş cezaevine. Babasına hediye olarak da kendi yaptığı resmi götürmüş. Resimde gökyüzüne uçan kuşları çizmiş çocuk.
Cezaevi Müdürü resme bakmış bakmış ve resmi yırtıp atmış. Çocuğun yaptığı, gökyüzüne uçan kuşların resmini siyası bulmuş çünkü.
Çocuk sonraki ziyarette bu kez ağaç resmi yapmış.
Çocuğun bu resmi babasına vermesine izin verilmiş.
Babası resme bakıp 'ne güzel bir ağaç bu,' demiş. 'Hele yaprakları, kocaman kocaman...'
Çocuk babasına fısıldamış,
'Baba onlar yaprak değil, onlar gökyüzüne uçmaya hazırlanan kuşlar!'