Bu yazıda ele alacağım "Yeşil Çeper Yerleşkeleri" modeli, Avrupa Birliği Erasmus+ Programı kapsamında desteklenen ve Eskişehir Teknik Üniversitesi koordinatörlüğünde yürütülen “Filling the Gap: Development of Ecological Planning and Design Learning Network and an Adaptive Smart Training Module for Disaster Resilient and Sustainable Cities (EPD-Net)” başlıklı uluslararası projenin temel amaçlarıyla doğrudan örtüşmektedir. Toplamda 1,8 milyon Euro bütçeyle ve 8 ülkeden üniversiteler, yerel yönetimler, STK’lar ve özel sektör temsilcilerinden oluşan 22 ortaklı güçlü bir konsorsiyumla yürütülen bu proje, ekolojik planlama ve tasarımı afetlere dirençli, sürdürülebilir ve katılımcı kent vizyonlarının merkezine yerleştirmeyi hedeflemektedir.

Bu vizyon doğrultusunda, hem akademik hem uygulamalı düzlemde geliştirilen öneriler, yalnızca teoriyle sınırlı kalmamalı; toplumsal ihtiyaçlara karşılık veren somut modellerle sahaya yansımalıdır.

Türkiye’nin afetlere karşı dirençli ve sürdürülebilir kent vizyonunu sahaya taşıyacak bu tür modellerin gerekliliğini, geçtiğimiz ay Silivri açıklarında meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki deprem bir kez daha acı bir şekilde anımsattı. Kentlerimiz, yapılarımız ve yaşam biçimimiz dönüşmeden bu coğrafyada güven içinde yaşamak mümkün değil... Ancak bu dönüşüm yalnızca kent merkezinde, yalnızca betonarme bloklarla sağlanamaz. Gerçek bir dönüşüm, kırsalı ve kent çeperini içine alan, üretimle, dirençle ve sürdürülebilirlikle örülmüş bütüncül bir anlayış gerektirir.

İşte bu anlayıştan hareketle, Yeşil Çeper Yerleşkeleri, Türkiye için yeni bir kentsel dönüşüm alternatifi olabilir. Bu model, kentlerin çeperinde konumlandırılacak; modüler, dayanıklı, çevreci konut birimleriyle kurgulanacak yeni yaşam alanları öngörüyor. Ama bu alanlar yalnızca barınma işleviyle sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda kent tarımını teşvik ediyor, tersine göçü destekliyor, dijital alt yapısıyla uzaktan çalışma ve eğitim fırsatları sunuyor. Kısacası, betonla değil bilinçle örülen bir gelecek vadediyor.

Yeşil Çeper Yerleşkeleri modeli, yalnızca fiziksel bir yerleşim alternatifi değil, aynı zamanda çok katmanlı bir toplumsal dönüşüm aracı olacaktır. Öncelikle, bu yaklaşım kent merkezlerinde yıllardır biriken yapılaşma baskısını azaltarak kentsel dönüşümün yönünü değiştirme potansiyeline sahiptir. Geleneksel kentsel dönüşüm pratiklerinde sıkça karşılaşılan yoğunluk artışı ve yeşil alan kaybı gibi sorunlar, bu modelde yerini kent dışında, doğal ve tarımsal alanlarla uyumlu biçimde gelişen planlı bir yerleşime bırakır. Bu sayede afet riskleri de azaltılır; zira yeni yerleşkeler, jeolojik ve çevresel risk analizleri dikkate alınarak en güvenli alanlarda konumlandırılır.

İkinci olarak, bu model kırsal kalkınmayı doğrudan destekler. Uzun süredir terk edilmiş ya da nüfusu azalmış köy alanları, yeni yaşam biçimleri ve üretim biçimleriyle yeniden canlanır. Tarım, hayvancılık, kırsal turizm ve yerel üretim gibi faaliyetlerle hem ekonomik canlılık sağlanır hem de köylerde tutulan her birey, kente yönelmesi muhtemel bir göçün önüne geçer. Bu durum tersine göç politikaları için somut ve uygulanabilir bir zemin oluşturur.

Üçüncü önemli etki alanı gıda güvenliğidir. Kent çeperinde yer alan bu üretken yerleşkeler sayesinde, büyük şehirlerin gıda ihtiyacına doğrudan katkı sunulabilir. Yerel üretim desteklendikçe hem taşıma maliyetleri azalır hem de ithalata olan bağımlılık düşer. Ayrıca, tüketicinin üreticiyle doğrudan temas kurabildiği bu yapı sayesinde, gıdanın tazeliği, izlenebilirliği ve sağlıklılığı artar. Kentli, yalnızca tüketici olmaktan çıkar; üretimin sürdürülebilirliği için sorumluluk alan bir paydaşa dönüşür.

Dördüncü olarak, Yeşil Çeper Yerleşkeleri sosyal dirençlilik açısından da güçlü bir model sunar. Kooperatif temelli örgütlenmeler, topluluk içi yardımlaşma sistemleri, ortak üretim ve tüketim mekanizmalarıyla bireyler arasında güçlü sosyal bağlar kurulur. Toplum merkezleri, eğitim ve dayanışma alanları yalnızca hizmet sunmaz, aynı zamanda aidiyet hissi yaratır. Afet anlarında hızlı tepki kapasitesi, kriz durumlarında topluluk içi dayanışma bu yapılar sayesinde mümkün olur.

Son olarak model, iklim değişikliği ile mücadelede ciddi bir rol üstlenir. Modüler yapılar pasif enerji tasarımıyla inşa edilir; çatı üstü güneş panelleri, yağmur suyu hasadı sistemleri, gri su geri kazanımı, kompostlama alanları gibi bileşenlerle sıfır-karbon hedefini destekler. Üretim faaliyetleri, tarımsal biyolojik çeşitliliği koruyacak şekilde planlanır ve bölgesel ekosistemlerle bütünleşik biçimde yürütülür. Bu sayede sadece bireysel değil, kolektif bir ekolojik bilinç geliştirilir.

Kısacası Yeşil Çeper Yerleşkeleri, beton yığınları yerine doğayla uyumlu, izole alanlar yerine topluluk merkezli, tüketim odaklı yaşamlar yerine üretken bir kültür inşa eder. Hem bireyin yaşam kalitesini artırır, hem kentleri rahatlatır, hem de kırsalı yeniden bir gelecek mekânına dönüştürür.

Kent çeperleri, kısmen atıl kalmış alanlarla, büyük ölçüde boşalmış köylerle ve bugün hala potansiyelini yitirmemiş tarımsal arazilerle dolu. Bu alanlar, doğru planlandığında yalnızca afet sonrası geçici barınma alanları değil; kalıcı, dirençli ve üretken yaşam kümeleri hâline gelebilir. Modüler konut teknolojisi sayesinde hızlıca inşa edilebilen, enerji verimliliği yüksek, afetlere dayanıklı yapılar oluşturmak artık mümkün. Üstelik bu yapılar, pasif güneş tasarımı, yağmur suyu hasadı, gri su geri dönüşümü gibi ekolojik sistemlerle desteklendiğinde sadece konut değil; birer çevre dostu yaşam hücresi hâline gelir. Ancak mesele yalnızca yapılarla sınırlı değil. Her bir yerleşim, kendi kendine yetebilen bir kentsel tarım modeliyle desteklenmeli. Topluluk destekli tarım, permakültür uygulamaları, meyve bahçeleri, seralar, küçükbaş hayvancılık ve arıcılık gibi etkinlikler, hem ekonomik sürdürülebilirlik hem de toplumsal bağlılık açısından büyük önem taşıyor. Böylece yalnızca gıda güvenliğine katkı sağlanmaz; aynı zamanda kentlerdeki tüketim baskısı da azalır. Tersine göçü gerçek kılmak için sadece bu yeterli değil tabii. Ayrıca bu yeni yerleşkelerin fiziksel, dijital ve sosyal altyapısı güçlü olmalı. Özellikle dijital ve sosyal altyapı bağlamında uzaktan eğitim ve çalışma merkezleri, toplum merkezleri, çok amaçlı salonlar, teknik eğitim kampüsleri gibi unsurlar, özellikle gençler ve aileler için yeni bir cazibe alanı yaratacaktır. “Kentte yaşamak zorunda olduğum için değil, burada da kaliteli bir yaşam kurabileceğim için kırsala dönüyorum” diyebilen bir kuşağı ancak bu şekilde yetiştirebiliriz. Özellikle şehirlerdeki gençleri kırsala bu şekilde çekebiliriz.

Bu modeli Eskişehir gibi bir kentte örneklemek mümkün. Kent merkezine çok uzak mesafede olmayan, zamanla boşalmış bir tarım köyünde 30 modüler konuttan oluşan bir pilot yerleşke kurulabilir. Yakınına 20 dönümlük bir permakültür arazisi, birkaç sera, bir eğitim kampüsü ve bir kooperatif merkezi planlanabilir. Yerel belediye, üniversite, sivil toplum kuruluşları ve teknoloji firmaları bu yapının taşıyıcı kolonları olur. Afet ve diğer riskler analiz edilir, sirküler ekonomi ilkeleri uygulanır ve katılımcı planlama modeliyle halkın sürece doğrudan dâhil olması sağlanır. Bu senaryo, hem akademik bilgiyle beslenen hem de sahada uygulanabilirliği yüksek bir dönüşüm modelinin başlangıcı olabilir.

Bu pilot proje başarılı olur ve bu model daha geniş çaplı şekilde hayata geçerse ne olur? Kent merkezindeki yapılaşma baskısı azalır, sosyal hizmetlerin yükü hafifler, kentsel suç oranları düşer, tarımsal üretim artar, gençlere iş ve yaşam alanı açılır. Her şeyden önemlisi; kırsal yalnızca üretim değil, yaşam alanı olarak yeniden değer kazanır. Kent, nefes alacak bir çeper kazanır. Ve dönüşüm, sadece betonla değil; doğayla, emekle, akılla ve toplumsal uzlaşıyla inşa edilir.

Bu topraklarda gerçek dönüşüm sadece yeni binalar dikmekle değil, toprağı, emeği ve insanı hak ettiği yere koymakla mümkündür. Zira ülkemizde kırsalın çöküşü kentleri kırılganlaştırmış; tarımın terk edilişi sadece tarlaları değil, şehirleri de savunmasız bırakmıştır. “Yeşil Çeper Yerleşkeleri” işte bu kırılgan yapıya direnci yeniden kazandıracak bir umudun adıdır. Bu model, sadece bir konut projesi değil; gençler için iş, kadınlar için üretim, yaşlılar için sosyal güvence, çocuklar için sağlıklı bir gelecek demektir. Yerinde istihdamla hem köyde tutunamayanı hem şehirde sıkışanı özgürleştirecek, topluluk destekli tarımla gıda güvenliğini yeniden tesis edecek, modüler yapı teknolojisiyle afetlere karşı güçlü ve hızlı çözümler sunacaktır.

Sayın Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç, Sayın Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt ve Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımız Ayşe Ünlüce; şimdi tam zamanı. “Kent çeperinden geleceği inşa eden” bir model başlatırsanız, bu sadece Eskişehir için değil, Türkiye için de yeni bir kalkınma hikâyesinin başlangıcı olur. Terk edilen kırsalları yaşanacak yerlere, unutulan üretimi ortak geleceğe, kırılganlığı kolektif umuda dönüştürün. Çünkü bu şehir buna hazır, bu halk buna layık ve ülkemiz dirençlilik ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması için buna mecbur.

Bugün geldiğimiz noktada artık çok net biliyoruz ki, İstanbul’un, İzmir’in, Bursa’nın ve Eskişehir’in kaderi kırsalın yeniden diriltilmesinden geçiyor. Çünkü kırsal çökünce kent taşıyamıyor, üretim durunca refah tükeniyor, sosyal yapı çözülünce direnç de kalmıyor. “Yeşil Çeper Yerleşkeleri” modeli, tam da bu derin ve yapısal kırılganlığa karşı bilimsel, uygulanabilir ve umut verici bir çözüm sunuyor. Bu model yalnızca yeni yaşam alanları üretmiyor; istihdam yaratıyor, gençleri tarım ve teknolojiyle yeniden buluşturuyor, yerelde üretimle gıda güvenliğini güçlendiriyor. Kent merkezlerinde biriken sosyo-ekonomik baskıları azaltıyor, mekânsal adaleti tesis ediyor, doğa ile barışık, insanca bir yaşamı yeniden mümkün kılıyor. Özellikle kırılgan gruplar için ekonomik direnç oluşturuyor; yoksulluğu ve yoksunluğu kentlerin dışına değil, çözümün merkezine alıyor. Böylece hem afetlere karşı fiziksel dayanıklılığı artırıyor, hem de toplumsal dayanışma ve kendine yetebilirlik kapasitesini büyütüyor. Bu perspektiften bakıldığında, “Yeşil Çeper Yerleşkeleri” önerisi yalnızca yerel düzeyde bir mekânsal müdahale değil, aynı zamanda Avrupa ölçeğinde şekillenen yeşil dönüşüm politikalarına da somut bir katkı olarak değerlendirilebilir.

İşte tam bu noktada çağrım çok net: Eskişehir bu vizyonun örnek şehirlerinden biri olabilir. Yeter ki biz, bu toprağa yeniden kulak verelim. Yeter ki, çeperdeki sessizliği geleceğin sesi yapmayı başaralım.