22 Ağustos 2024’te Resmî Gazete’de yayımlanan bir yönetmelik, aslında sadece kuru bir mevzuat maddesi değil. O satırlarda, toprağın bize fısıldadığı bir çağrı, geleceğimizin yazılı bir vasiyeti saklı. “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik”, boş duran milyonlarca dönüm toprağın yeniden nefes alması için atılmış hayati bir adım.

Çünkü toprak sadece üzerinde yürüdüğümüz bir zemin değil; nesiller boyu bize ekmek olmuş, su olmuş, umut olmuş en büyük mirastır. Bugün Türkiye’nin dört bir yanında nice verimli ova, bereketli tarla, kısır tartışmaların, miras davalarının ve göçlerin gölgesinde yıllardır işlenmeden bekliyor. Oysa toprağın boş kalması, soframızdaki ekmeğin eksilmesi, pazar tezgâhındaki sebzenin pahalanması, çocuklarımızın geleceğinin belirsizleşmesi ve hatta işlenmeyen toprağın erozyonla yitip gitmesi belki çölleşmesi demek.

İşte bu yeni düzenleme, toprağa yeniden hayat üfleyen bir nefes gibi. Yıllardır sessizce bekleyen toprak ana, bu yönetmelikle yeniden işlenmeyi, yeniden ürün vermeyi bekliyor. Bu sadece tarımsal bir karar değil; ülkenin gıda güvenliğini, ekonomik direncini ve kırsal kalkınmasını yeniden inşa etme fırsatı.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir” sözü boşuna söylenmedi. O yıllarda devlet, tarımı ve köylüyü kalkınmanın temeline koydu. Toprak reformları, üretim kooperatifleri, çiftçiye verilen destekler hep aynı vizyonu taşıyordu: “Bu milletin bağımsızlığı sofradaki ekmeğine bağlıdır.”

Bugün aradan geçen yüz yıla rağmen mesele değişmedi. Küresel krizler, savaşlar, iklim değişikliği ve gıda fiyatlarındaki dalgalanmalar bize aynı gerçeği tekrar tekrar hatırlatıyor: Toprak boş kalırsa, ülke de zayıflar. Toprak işlenirse, soframız da bağımsızlığımız da güvence altına alınır.

22 Ağustos 2024 tarihli bu yönetmelik, aslında Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana taşınan o büyük vizyonun bugünkü adımıdır. Toprağı ihmal eden hiçbir toplum, geleceğini güvence altına alamaz.

Bugün sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde benzer bir sorun yaşanmaktadır: işlenmeyen, kullanılmayan, atıl kalan tarım arazileri. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre dünya genelinde ekilebilir tarım arazilerinin yaklaşık üçte biri çeşitli nedenlerle üretim dışında kalmaktadır. Bu nedenler arasında kentleşme, göç, iklim krizi, miras ve mülkiyet sorunları, yatırım yetersizliği ya da bilinçli olarak tarımı terk etme politikaları yer almaktadır. Ancak son on yılda yaşanan gelişmeler bu sorunu uluslararası düzeyde stratejik bir mesele haline getirmiştir. Rusya-Ukrayna savaşı, dünyada buğday, ayçiçeği ve mısır gibi temel ürünlerde ciddi arz sıkıntısına yol açarak tarımsal üretimin sadece ekonomik değil aynı zamanda jeopolitik bir güç unsuru olduğunu bir kez daha göstermiştir. İklim değişikliği de bazı bölgelerde kuraklık, bazı bölgelerde sel ve fırtınalarla üretimi zorlaştırarak gıda güvenliğini her ülkenin ulusal güvenlik gündemine taşımıştır.

Bu nedenle birçok ülke işlenmeyen arazilerini yeniden üretime katacak politikalar geliştirmeye başlamıştır. Avrupa Birliği, 2020 sonrası tarım politikalarında “atıl arazilerin biyolojik çeşitlilik ve üretim için yeniden kazandırılması” başlığını gündeme almış, özellikle pandemi sürecinde yaşanan tedarik zinciri kırılmaları sonrası “her metre kare toprağın üretime kazandırılması” anlayışını öne çıkarmıştır. Amerika Birleşik Devletleri, tarımda boş duran alanları stratejik ürünler için kiralama ve destekleme programlarıyla yeniden canlandırmaktadır. Çin, hızla artan nüfusunu beslemek için 2025 strateji planında kullanılmayan tarım arazilerinin üretime kazandırılmasını kritik hedeflerden biri olarak tanımlamıştır. Afrika ülkeleri ise özellikle Sahra Altı Afrika’da hem açlık sorununu azaltmak hem de ihracata yönelik üretim kapasitesini artırmak amacıyla atıl arazilerin uluslararası yatırımcılarla işlenmesini teşvik etmektedir.

Türkiye’nin 22 Ağustos 2024 tarihli bu yönetmeliği, işte bu küresel eğilimin bir parçasıdır. Atıl kalan toprakların yeniden üretime açılması yalnızca iç pazarı beslemek için değil, aynı zamanda dış pazarlarda rekabet gücü kazanmak için de kritik önemdedir. Çünkü gıda artık yalnızca mutfaklarımızı dolduran bir ihtiyaç değil, küresel siyasetin, ticaretin ve diplomasinin en stratejik araçlarından biridir. Türkiye’nin bu adımı aynı zamanda Anadolu’nun binlerce yıllık tarımsal mirasına yeniden sahip çıkmak anlamına gelmektedir. Bu topraklarda tarım yapan uygarlıklar her dönemde toprağı kutsal bilmiş, onun bereketini korumaya çalışmıştır. Bugün yeniden başlatılan bu hamle, hem tarihsel bir mirasın devamı hem de geleceğe dönük stratejik bir vizyon niteliği taşımaktadır.

Her ne kadar işlenmeyen tarım arazilerinin kiraya verilmesi önemli bir adım olsa da, uygulamada dikkat edilmesi gereken bazı riskler bulunmaktadır. Öncelikle, bu arazilerin kimlere ve hangi koşullarda kiralanacağı şeffaf, adil ve denetlenebilir mekanizmalarla belirlenmelidir. Aksi takdirde büyük yatırımcıların küçük çiftçiler üzerinde baskı kurması ya da yerel halkın dışlanması gibi olumsuzluklar yaşanabilir. İkinci olarak, arazilerin sadece kısa vadeli kar amacıyla kullanılması yerine, toprak sağlığını koruyan ve sürdürülebilir tarım ilkelerine dayalı üretim yapılması sağlanmalıdır. Aksi halde birkaç yıl içinde verimli hale getirilen toprakların kimyasal kirlilik, aşırı sulama veya yanlış ürün seçimi nedeniyle yeniden tahrip olması söz konusu olabilir. Ayrıca kiralama sürecinde bölgesel ihtiyaçların ve ürün deseninin dikkate alınması, arz-talep dengesi gözetilmeden tek tip ürün yetiştirilmesine izin verilmemesi kritik önemdedir. Denetim mekanizmalarının güçlü olmaması durumunda, bazı arazilerin göstermelik olarak işlenmesi veya kira sözleşmelerinin farklı amaçlarla kötüye kullanılması da ihtimal dahilindedir. Son olarak, bu düzenlemenin başarısı sadece yönetmelik metninde değil, sahadaki uygulamanın ciddiyetinde yatmaktadır; yerel yönetimler, tarım il müdürlükleri ve kooperatifler sürece etkin şekilde dahil edilmezse, yönetmeliğin hedeflenen etkiyi yaratması zorlaşabilir. Bu nedenle, düzenlemenin gerçek anlamda bir tarımsal kalkınma hamlesine dönüşmesi için şeffaflık, sürdürülebilirlik, yerel katılım ve sıkı denetim ilkelerinden taviz verilmemesi şarttır.

Bu risklerin önüne geçebilmek ve düzenlemenin gerçekten verimli sonuçlar doğurabilmesi için bazı somut adımların atılması gerekmektedir. Öncelikle, kiralama süreçlerinin tamamen şeffaf ve erişilebilir bir şekilde yürütülmesi şarttır; başvuru koşulları, değerlendirme kriterleri ve kiracı seçimleri kamuoyuyla paylaşılmalı, böylece hem küçük çiftçilerin hem de genç girişimcilerin sisteme güveni sağlanmalıdır. Ayrıca kiralanan arazilerde yapılacak üretimin yalnızca ekonomik kazanç odaklı değil, aynı zamanda toprak sağlığını koruyacak sürdürülebilir yöntemlerle yürütülmesi zorunlu hale getirilmelidir; organik tarım teşvikleri, su tasarrufu sağlayan sulama teknikleri ve uygun ürün desenleri bu noktada öne çıkar. Bunun yanında, kira süresince yapılacak üretimin düzenli olarak denetlenmesi ve raporlanması, hem arazilerin amaç dışı kullanımını hem de verim kaybını önleyecektir. Yerel tarım il müdürlükleri, ziraat odaları ve kooperatifler bu denetim mekanizmasına aktif şekilde dahil edilirse, uygulamanın başarısı katlanarak artacaktır. Ayrıca ürün çeşitliliğini ve arz-talep dengesini korumak adına bölgesel planlamalar yapılmalı; her bölgede en uygun ürünlerin yetiştirilmesi yönünde rehberlik sağlanmalıdır. Tüm bunlara ek olarak, genç çiftçiler, kadın girişimciler ve tarıma yeni adım atacak kesimler için özel teşvik programları geliştirilirse, sadece toprak değil, kırsal hayat da yeniden canlanacaktır. Kısacası bu düzenleme doğru uygulanır, şeffaflık ve sürdürülebilirlik ilkeleriyle desteklenirse, Türkiye için yalnızca bir tarım politikası değil, aynı zamanda bir kırsal kalkınma ve gıda güvenliği vizyonuna dönüşecektir.

Toprak, binlerce yıldır Anadolu’nun en sadık şahididir. Savaşları, göçleri, zaferleri ve acıları gördü; nice uygarlıkların ayak izini taşıdı. Ama en çok da insanın elini bekledi, tohumu bekledi, sevgiyi bekledi. Bugün de aynı sessizliğiyle bize fısıldıyor: “Beni boş bırakma. Ben seni doyururum, ben sana umut olurum.”

Eğer bir toprak boş kalıyorsa, aslında sadece bir tarla değil; geleceğin bir parçası da boş kalıyor demektir. Çocuklarımızın tabağındaki ekmek küçülüyor, soframızdaki bereket azalıyor, geleceğe bırakacağımız miras zayıflıyor. Boş kalan her dönüm, aslında kaybolan bir fırsat, eksilen bir umut, silikleşen bir gelecek…

İşte bu yüzden 22 Ağustos 2024’te yayımlanan bu yönetmelik, sıradan bir karar değil; toprakla yeniden kurulan bir ahittir. Devlet, “boş bırakma, ek, üret” diyor; toprak ise “benimle yeniden hayat bul” diye sesleniyor. Eğer bu sesi duyar, toprağın hakkını verirsek, sadece ürün değil; güven, huzur ve gelecek biçmiş olacağız.

Unutmayalım ki soframızdaki ekmek, tarladaki emekten ve toprağın bereketinden doğar. Toprak ana işlenirse, bizi doyurur; korunursa, bizi yaşatır; sevilirse, bizi geleceğe taşır. Ama terk edilirse, bizi de terk eder.

Şimdi elimizde büyük bir fırsat var. Toprağa sahip çıkarak hem geçmişin mirasına, hem bugünün ihtiyaçlarına, hem de yarının hayallerine sadakat gösterebiliriz. Bugün boş duran tarlaları ekmekle, aslında yarının sofralarını hazırlıyor, torunlarımızın geleceğini yazıyoruz.

O yüzden bu yönetmeliği eğer doru şekilde uygulamaya geçebilirse yalnızca bir hukuki düzenleme olarak değil, toprağa ve geleceğe yazılmış bir mektup olarak okumalıyız. Çünkü toprak bize sadece bir ürün değil, bir kimlik, bir kültür, bir umut sunuyor. Ve biz ancak toprağa sahip çıktığımızda gerçekten güçlü, bağımsız ve dirençli bir ülke olabiliriz.

Toprak ana orada, sessizce bekliyor. Onu boş bırakmamak, sadece bir tarım politikası değil; ülkemize, çocuklarımıza ve geleceğimize verdiğimiz en büyük söz olmalı.