Türkiye’de liyakat kelimesi, bir süredir neredeyse her tartışmanın içinde; kamu atamaları, belediye kadroları, üniversitelerde adrese teslim kadroların açılması, vesaire…

Liyakat, teoride oldukça net bir kavram. Bilgi, deneyim, yetkinlik ve sorumlulukla ilişkilendiriliyor. Örneğin Anayasası’nın 70. maddesi, “her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez,” der. Söz konusu madde, liyakate işaret etmekte ve göreve uygunluğun altını çizmektedir.

Pratikte ise mesele, bu ölçütlerin nasıl belirlendiği ve kim tarafından denetlendiği noktasında düğümleniyor. Tartışma tam olarak burada başlıyor.

Bugün Türkiye’de liyakat eleştirisi iki uç arasında sıkışmış durumda. Bir yanda, her atamayı peşinen liyakatsizlik olarak tanımlayan genelleyici bir dil var. Diğer yanda ise liyakat konusunu tamamen tartışma dışı bırakmayı tercih eden, ‘nepotist, yetki bendedir’ yaklaşımı hâkim.

Şunu kabul etmek gerekiyor: Kamu yönetimi yalnızca sınav puanlarıyla ya da diplomalarla yürümüyor. Yönetme becerisi, yetkinlik, kriz anında sağlıklı karar verebilme, iletişim, ekip kurma, kamuoyunu önceleyerek sorumluluk alma ve özür dileme mekanizması gibi unsurlar da önemli.

Bir tespit daha… Ölçüsüz takdir! Girift ilişkilerle inşa edilen övgü mekanizması ve eleştireni şeytanlaştırma politikası, kamuoyunca denetlenemeyen bir takdir sürecine evriliyor. Bu durum, zaman içerisinde, keyfiliği de beraberinde getiriyor. Sonra bir olay cereyan ediyor, kudretli muktedirlerin inşa ettiği koruma kalkanı darmadağın oluyor, gerçeklik tüm çıplaklığıyla orta yere saçılıyor.

Bu aşamada, şunu da ortaya koymak gerekiyor: Ülkemizde, liyakatin var olup olmamasından çok, liyakat iddiasının şeffaf biçimde ortaya konulamaması problemi var… Neden bu kişi? Hangi kriterle? Hangi deneyimle? Bu soruların net ve açık cevapları verilmediğinde, en doğru atama bile toplum nezdinde tartışmalı hale geliyor. Güven sorunu tam da bu noktada başlıyor.

Meseleyi, başka bir açıdan daha değerlendirelim… Türkiye’de liyakat tartışması çoğu zaman kişilere indirgeniyor. Oysa mesele kişilerden çok sistemle ilgili. Sağlam kuralların olmadığı yerde iyi niyet yeterli olmuyor. Kuralların olduğu ama uygulanmadığı yerde ise kavramlar içi boş sloganlara dönüşüyor.

Belki de bugün ihtiyaç duyulan şey, liyakati savunurken bağırmak değil; ölçütleri konuşmak. Kimin hangi görev için, hangi gerekçeyle seçildiğini açıkça anlatabilmek. Çünkü liyakat, yalnızca doğru kişiyi seçmek değil, o seçimin hesabını verebilmektir.