Şimdi M.Ö. 300’lü yıllara gidelim. Hayatın karmaşık düşüncelerle değil, sade zevklerle anlaşılabildiğini savunan filozofun hayalini nasıl gerçekleştirmek zorunda kalıyoruz bakalım.
Epikuros diyordu ki: Pahalı bir içecek içerseniz, ertesi gün ondan daha iyisini istersiniz ve o istek hiçbir zaman bitmez her zaman bir fazlasını isterseniz bu da mutlu olmanızı bir bakıma baltalar.
Bu yüzden filozofun kendisi suyla, ekmekle gayet mutluydu. Çünkü onun derdi midesini değil, ruhunu doyurmaktı.
Kısacası, “azı çoğa çevirebilme sanatı”nı ondan önce kimse bu kadar basit anlatmamıştı.
Şimdi buraya kadar her şey güzel. Fakat ironik olan şu;
Biz, iki bin yıl sonra, onun sade yaşam felsefesini yaşıyoruz.
Nasıl mı?
Çünkü bizde sade yaşam bir tercihten çok, mecburiyet.
Filozof lüks tercih etmeyin diyordu, Biz zaten indirim afişleri kovalamak zorunda kalıyoruz.
“Azla yetin” diyordu, biz hayatta kalmaya çalışıyoruz
Filozof gönüllü fakirliği yüceltiyordu; bizde fakirlik otomatik yenileniyor
Epikuros’un felsefesinde azla yetinmek tercihti
Bizdeyse azla yetinmek bir zorunluluk.
O sade sofralarla özgürleşiyordu, biz sade sofralarla hesap kitap yapıyoruz.
O “mutluluk arayışı” diyordu, biz kampanya arayışındayız.
Epikuros azla yetinmeyi bilinçli bir duruş olarak savundu; çünkü fazlasının bedelinin ruhu tüketmek olduğunu biliyordu.
Biz tam tersi bir denklem yaşıyoruz: Fazla isteyememek bile lüks hale geldi.
Artık insanlar çok istemekten değil, “istemekten” korkuyor.
Sanki fazla hayal kurmak bile bütçeye zarar.
Ve en komiği, felsefe kitaplarında “Epikuros’un mutluluk reçetesi” diye anlatılan şey, bizim ülkede “asgari yaşam koşulları” diye geçiyor.
Epikuros sade yaşamla huzuru bulmuştu. Biz sade yaşamla hayatta kalmayı öğreniyoruz.
O “fazlasını isteyince mutsuz olursun” diyordu, biz zaten “fazlası” ne demek onu unuttuk.
Artık insanların arzusu bile ekonomik: “Biraz huzur, mümkünse taksitle.”