Bazen güne başlar başlamaz zihnimiz üst üste açılmış sekmeler gibi dolmaya başlıyor.

Bugün spor yapmalıyım, daha çok okumalıyım, dil çalışmalıyım, bir şey üretmeliyim. Yapılıcak işlerimi halletmeliyim, kendimi geliştirmeliyim…

Uyanır uyanmaz kafamızın içi oldukça yoğun oluyor. Hatta günü daha da taçlandırmak istersek, elimizde olmayan şeyler için de düşünüyoruz. Bunların üstüne telefonumuzu açıyoruz ve sosyal medya devreye giriyor.
herkes en iyi versiyonuyla hikayeler, fotoğraflar paylaşıyor. Üstüne bir de her şey için yetersizlik hissi yükleniyor.

Bence asıl yorgunluk buradan başlıyor.
Hayattan değil, kendimizden sürekli daha fazlasını istemekten yoruluyoruz.


Her yerden aynı ses yükseliyor gibi,
Kendini geliştir,dönüş,hedef koy, konfor alanından çık.

Bunların hiçbirinin tek başına kötü bir tarafı yok tabiki ilerlemek güzel fakat,gelişmezsen değersizsin hissiyatı işleri değiştiriyor.

İnsan ilişkilerinde de böyledir ya, sürekli bizi değiştirmeye çalışan birinin yanında huzurlu hissedemeyiz.
Bir süre sonra Demek ki olduğum hâlle sevilmiyorum duygusu çöker üzerimize.

Kendi iç sesimiz, bazen en sabırsız, en acımasız ses gibi davranıyor:
Daha iyi ol. Yetmez. Bir noktadan sonra ne kadar uğraşsakta tamamlanma hissi gelmiyor.


Kendinin en iyi versiyonu ol cümlesinin tehlikeli olan tarafı en iyi versiyon diye bir şeyin olmamasıdır bence.

İş bulsak, daha iyi bir iş olsa diyoruz.
Dil öğreniyoruz, İkinci dili de eklemeliyim diyoruz.

Kitap okuyoruz. Bu yeterli değil, daha ağır kitaplar okumalıyım diyoruz.
Terfi alsak, Bu seviyede de kalmamalıyım diye düşünüyoruz

Bir süre sonra başarı bile rahatlatmıyor bizi.

Bu sürekli gelişim baskısının en görünür etkilerinden biri, dinlenirken bile suçlu hissetmektir.

Boş zaman diye küçümsediğimiz şey, aslında ruhun kendine geldiği alandır.
Ama biz orayı da doldurmaya çalışıyoruz: Verimli boş zaman, kaliteli dinlenme gibi kavramlarla.
Dinlenmeyi bile projeye çeviriyoruz.

Bir de işin diğer yüzü var:
Yetenekten çok popülerliğin konuşulduğu bir çağda yaşıyoruz.

Yetenekli insanlar var, üreten insanlar var, emek veren bir sürü kişi var.
Ama algoritmanın, popüler kültürün, hızın önünde görünmez kalıyorlar.

Öte yandan bazen sıradan, derinliği olmayan, ama iyi paketlenmiş bir içerik bir anda patlıyor.
Video viral oluyor, sözler alıntılanıyor, paylaşım rekor kırıyor.
Takipçi sayısı artıyor, marka iş birlikleri geliyor, ortalık alkışla doluyor.

İnsanın içinden şu soru yükseliyor:
“Demek ki mesele yetenek değilmiş. Demek ki ben yeterince iyi değilim.”

Oysa çoğu zaman mesele iyi olup olmamadığımız değil.
Nerede durduğumuz, kimlerin gördüğü, ne kadar görünür olduğumuz.


Ama kişisel gelişim söylemi bunu pek anlatmıyor.
Onun yerine hep aynı mesajı veriyor:
Demek ki daha çok çalışmalısın, daha çok çabalamalısın. Başaramıyorsan eksik sensin.”

Bu söylem, sistemin payını görmezden gelip bütün suç duygusunu bireyin sırtına yüklüyor.
İşte bu da yetersizlik hissini daha da büyütüyor.

Bu çağ bizi proje insana çevirmeye çalışıyor.
Her anı dolu, her dakikası verimli, her hareketi anlamlı olmak zorundaymış gibi..