Yazı yazma zamanı geldi.
Vakit tamam...
***
Yazmak için, otel (Antik Apart) odasında, mutfak tezgahının yanındaki antika görünümlü, antika mı eski mi ayırt edilemeyen ahşap, küçük masaya bilgisayarı çantasından çıkarıp yerleştirdim.
Düğmesine basınca...
'Şifrenizi mi unuttunuz?'
Yoo! Unutmadım.
Tekrar tekrar...
Her denememde hep aynı soru:
'Şifrenizi mi unuttunuz?'
Unutmadım ulan!
***
Ne güzeldi eskiden hayatlarımız.
Şifre mifre yoktu.
Neysek oyduk.
Açık, şeffaf...
Olduğumuz gibiydik yani.
Ama şimdi...
Her yanımız şifre.
***
Yeniden denedim.
'Şifrenizi mi unuttunuz?'
S... git!
Kendin unuttun şifreyi!
Ya da bir halt karıştırdın.
Şifreyi FETÖ'cülere mi kaptırdın ne yaptın!'
***
Kızıp bilgisayarı balkondan aşağı attım.
Atmasa mıydım?
Aşağı düşerken arkasından baktım.
Ne olacak şimdi.
Belki gazete bana bir bilgisayar verir.
Şöyle küçük, kolumun altında taşıyacağım...
Canım ne zaman yazı yazmak isterse o zaman açıp yazacağım bir şey.
Adalardaki kafelerden birine oturup mesela...
Yahut da Doktorlar Caddesinin arka sokağındaki barlardan birine oturup...
Akşamüzeri...
Melankolik melankolik...
Boş ver bunları. Hayal hepsi.
Evdeki mutfak masası yeter.
Aşağı inince şu bilgisayarı da geri almalı. Tamir ettirip... İyi kötü...
***
Hadi bakalım!
Nasıl yazılacak şimdi yazı.
İsmet Beceriklican gibi beceriklilik yapıp yola çıkmadan,
'Müsaadenizle,' diye bir yazı da yazmadık köşeye.
Gazeteyi arayıp...
Olmaz!
Kurulmuş saat kadar düzenli, disiplin içinde yazmayana yazar denmez.
Bu yazı yazılacak!
Öyle yağma yok.
Takiyeci bir bilgisayara pabuç bırakamayız.
Bu yazı yazılacak.
O kedi buraya gelecek!
O kadar!
***
Tableti açtım bu kez.
Açar açmaz da...
'Çok tehlikeli iki virüs bulaştı tabletinize.'
Eee?
'Hemen silmezseniz cihazınız hasar görecek.'
Ekran karardı.
Sadece uyarı ve saatli bomba gibi geriye doğru sayan kırmızı renkli saniye rakamları.
Bir de, yapmanız gerekenler, notu.
'Aşağıdaki virüs programını indirip virüsleri silin!'
Hay hay.
Virüs programını indirdim.
Sorun kalmadı, hadi bakalım, başla yazmaya derken...
Yine karardı ekran.
Yine aynı uyarı:
'Çok tehlikeli dört virüs bulaştı tabletinize.'
Eee?
'Sorunu çözmek için şunları da yükleyin!'
***
Of Allah'ım of!
Nedir bu ya!
Yola çıkarken arabanın bagajına koyup getirdim bilgisayarı da tableti de.
İkisi de sağlamdı.
Allah biliyor ya, Allah'ın bildiğini sizden saklamaya lüzum yok, ben FETÖ'cülerden kuşkulanıyorum.
***
Hadi bakalım.
Ne yapacaksın şimdi.
Tableti kapatıp açtım, belki düzelir diye.
Yine kararıyor ekran.
Yine aynı uyarı:
'Çok tehlikeli altı virüs bulaştı tabletinize. Sorunu çözmek için şunları da yükleyin.'
S... git p.ç!
***
Karım kızıyor,
'Hadi artık, sahilde boş şezlong kalmaz!'
Sanki bedava şezlong!
Kişi başı yirmi lira.
Yersen.
Ona rağmen boş şezlong peşine düşüyoruz.
Sahiller parsel parsel satılmış. 'Kıyılar halkındır.' Yok ya! Halk demokrasi nöbetindeyken kayalar dahi satılmış. Kayaları kesip lüks oteller yapmışlar...
***
Kızım gülüyor.
'Ben senin karın ağrını biliyorum, yazını yazamadın değil mi?' diyor.
Bu çocuğa kızamıyorum işte.
Ben de ona gülüyorum, anlayışı nedeniyle!
***
Kargı Koyuna gidiyoruz.
Artık elimizi yüzümüze alıp şezlongculardan...
'Ne yapacaksın abi bilgisayarı?'
'Yazı yazacağım. Bilgisayarınızı kullanmanın parası her neyse...'
'Ne yazısı yazacaksın ki abi?'
***
Sahile geri döndüm elim boş.
Kiralık şezlonga oturdum denize bakıyorum.
Şezlong kirasını saymazsak denize bakmak bedava.
Denize bakıyorum, uçsuz bucaksız denize.
Ve diyorum ki, eğer söyledikleri kadar zekiysem ki hiçbir zaman inanmadım buna, bugün akşama kadar bu yazıyı yazmayı başarırım ve sizde okursunuz.