Güzel güzel konuşuyorduk.
Bir anda,
"Bıktım abi!" dedi.
"Ne oldu? Neden bıktın? Bak güzel güzel konuşuyoruz şurada," dedim.
Dememle...
Küplere bindi!
El kol hareketleriyle, öfkeden titreyerek...
Boğulacak gibi, nefes nefese...
"Günde on iki saat çalışmaktan bıktım," dedi.
"Sabah sekiz akşam sekiz.
Tam on iki saat!
Aldığım ne?
Asgari ücret!
Asgari adamız ya, asgari insanız ya!..."
"O ne demek şimdi?" dedim.
"Ne demek olacak, asgari düzeyde yaşayabilirsin, demek!"
"Öyle deme."
"Ne diyeyim?
Yaşıyor muyum ben!
Sen benim yaşadığımı mı sanıyorsun?
Ölüyüm ben abi, ölü!
Her sabah altı buçukta kalkıyorum.
Yedide evden çıkıyorum.
Akşam dokuzda ancak eve gelebiliyorum.
İş yerindeki bir sürü gürültü patırtıdan...
Patronun, şefin, iş arkadaşlarımın bıkkınlık verici dırdırından sonra eve gelince bir de hanımın dırdırı...
Şu şöyle mi, bu böyle mi?
Onu aldın mı, bunu verdin mi?
Neyle alayım?
Para mı var?
Ev kira.
Elektrik, su, doğalgaz...
Kavga, gürültü, didişme, huzursuzluk derken saat on, on bir olmuş.
Sabah erken kalkacaksın, hadi yatağa.
Ben ne zaman yaşayacağım?
Git işe, gel işten.
Bıktım abi!
İşten de evden de hanımdan da yaşamaktan da bıktım.
Ben böyle yaşamanın..."
Ağır bir küfür salladı ama...
Onu burada yazmayalım.
***
Ne kadar da yapma etme...
Yaşamaktan bıkılır mı?
Hanımdan bıkmak da ne oluyor, insan eşinden bıkar mı dediysek de...
İşin gerçeği, herkes bir şeylerden bıkmış.
Adam hanımdan bıkmış, hanım adamdan...
Patron işçiden bıkmış, işçi patrondan...
Amir memurdan bıkmış, memur amirden...
Anne, baba çocuktan bıkmış; çocuk anne, babadan...
Öğretmen öğrenciden bıkmış, öğrenci öğretmenden...
Komşu komşudan bıkmış...
Ayşe Hanım Fatma Hanımdan bıkmış, Fatma Hanım da Ayşe Hanımdan...
İmam cami cemaatinden bıkmış, cami cemaati imamdan...
Mahalleli muhtardan bıkmış, muhtar mahalleliden...
İnsanların üzerine öyle bir karamsarlık, umutsuzluk, çaresizlik çökmüş ki...
Yaşamak zulme dönmüş, insanlar yaşamaktan bıkmış!
***
Ne diyeyim?
Ben de bu yazıları yazmaktan bıktım...
Ama ne yapalım?
Yazı yazmadan da olmuyor.