Eskişehir bu yıl çok özel bir şeye ev sahipliği yaptı: 20. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali. Büyükşehir, Odunpazarı ve Tepebaşı Belediyeleri ile Eskişehir’deki sendikaların omuz omuza verdiği, sponsorsuz, tertemiz bir emek etkinliği. 21–25 Kasım tarihleri arasında onlarca film gösterildi; kimi uzun metrajdı ama ağırlığı kısa filmler oluşturuyordu.

Ben ancak 22 Kasım Cumartesi günü yapılan gösterimlere katılabildim. Odunpazarı Belediyesi 100. Yıl Kültür Merkezi hem mekân olarak hem de atmosferiyle görülmeye değerdi. Organizatörlerin emeği her ayrıntısına sinmişti. Sağlık nedeniyle daha fazla oturuma gidememek içimde ukde kaldı; çünkü program, işçi sınıfının kültürel dünyasında açılan koca bir pencere gibiydi.

Bu festival, E. P. Thompson’ın ünlü eserinde anlattığı gibi, işçi sınıfının yalnızca üretimde değil, kültürde, sanatta, duyguda ve hafızada da bir oluşum olduğunu hatırlatıyor. Thompson’ın deyişiyle sınıf “kendiliğinden var olan” bir blok değildir; tarihsel süreçlerde, çatışmalarda, yaşantılarda oluşur. İşte 20. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, tam da bu oluşumun kültürel yüzünü görünür kılıyor.

Factory Drop: Yabancılaşmanın 14 Dakikalık Manifestosu

Festivalde beni en çok çarpan filmlerden biri Factory Drop (Fabrika) oldu. Sadece 14 dakikada, Marx’ın sayfalar dolusu anlattığı yabancılaşmayı, üretim baskısını ve tüketimin sınıfsal karakterini öyle ustalıkla ifade ediyordu ki… İtiraf etmeliyim, biz akademisyenler bazen ciltlerce yazıyoruz ama bir kısa filmdeki tek bir sahnenin ağırlığına erişemiyoruz.

Senaryosu sade, dili evrenseldi: İşçi üretiyor ama ürettiğine yabancı; tüketiyor ama tükettiği şey bile ona ait değil. Kendisi de üretimin bir vidasına dönüşüyor. Modern kapitalizmin özeti.

Apnees (Alarmlar): Taşeronluk, Güvencesizlik ve Bir Şantiyenin Nabzı

Fransız yapımı Apnees, bu yılın en iyi işçi filmlerinden biri olmaya aday. Taşeronlaşma, iş güvencesinin çöküşü, üretim baskısı, işçi sağlığı ve iş güvenliği… Tüm bu kavramları salt “konu” olarak değil, bir işçinin günlük ritmi, nefesi, kaygısı ve çaresizliği üzerinden kuruyor.

Film boyunca duyulan alarm sesleri aslında hepimize sorulan bir soru: Bu kadar hayati bir üretimde işçinin hayatı neden bu kadar ucuz?

Çocuklar, Göçmenler, Kadınlar: Sınıfın Tüm Katmanları Perdede

Thompson’ın yaklaşımında sınıf hiçbir zaman tek boyutlu değildir; yaş, cinsiyet, köken, bölge gibi farklı deneyimlerin içinden oluşur. Festival programı da tam bu çokkatmanlı deneyimi taşıyordu.

  • Mori, bölgeler arası gelişmişlik farkının bir çocuğun zihnini nasıl şekillendirdiğini, sınıfın yalnızca yetişkinlerin değil, çocukların da dünyasında kurulduğunu gösteriyordu.
  • Eksi Bir, göçmen karşıtlığını ve birlikte yaşama fikrinin nasıl zedelendiğini çarpıcı biçimde işledi.
  • Bir Et Parçası Gibi Hissediyorum, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini işçi sınıfı kadının gözünden anlattı.
  • Dilan Hakkında Konuşmalıyız, yeni işgücü piyasasının parçalı yapısını, kuşaklar arası farkları ve çalışmanın anlamının nasıl değiştiğini gösterdi.
  • Mükemmel, toplumun dayattığı “kalıplaşmış değerler sistemine” karşı ses çıkarma üzerine bir metin gibiydi; dine, geleneğe, ritüellere sıkışmış ruhların özgürlük arayışı.

Ve son olarak izlediğim Haklı Mücadele, iş hayatında tacize uğrayan bir kadının hukuksal mücadelesini belgeleyen güçlü bir çalışma. Sessizliğe boyun eğmeyen bir emekçinin hikâyesi.

Bu filmler bir araya gelince, Thompson’ın “sınıf deneyimlerden oluşur” tezinin canlı bir arşivi gibiydi.

Festival Neden Önemli? Çünkü İşçi Sınıfının da Bir Kültürü Var

Bugün işçi sınıfının kültür üretimi çoğu zaman görünmez kılınıyor. Piyasaya bağlı, sponsorlu, ticari festival dünyasının arasında sponsorsuz, bağımsız, emeğin gerçek hikâyelerini taşıyan böyle bir festival nefes borusu gibi.

Bu etkinlik sayesinde, normalde hiçbir salonun göstermeye yanaşmayacağı onlarca film halkla buluşuyor. Sermayenin estetik kriterlerine değil, emekçilerin deneyimine yaslanan bir sanat anlayışı ortaya çıkıyor.

Eskişehir’deki üç belediyenin dayanışması, sendikaların sahiplenmesi ve gönüllü emeğin örgütleyici gücü sayesinde bu festival yalnızca bir kültür olayı değil, sınıf bilincinin kültürel taşıyıcısı hâline gelmiş durumda.

Son Söz: Sınıf Filmlerle de Kurulur

Thompson’ın yıllar önce yazdığı gibi:

İşçi sınıfı yalnızca fabrikada değil; kültürde, sanatta ve hafızada da oluşur.

İşçi Filmleri Festivali tam da bu oluşumun bir mekânı.

Bir şehrin salonlarında, perde ışığı altında, işçilerin dünyası bir kez daha kolektif bir deneyime dönüşüyor.

Bu yıl sağlık nedeniyle sınırlı katılabilmiş olsam da, izlediğim filmler uzun süre aklımdan çıkmayacak. Çünkü her biri, sınıfın yalnızca ekonomik değil, insani bir oluşum olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Ve bence en büyük başarı bu:

Sınıf kendini anlatıyor. Biz de dinliyor ve izliyoruz.