Sürdürülebilirlik kavramı, son yıllarda –tabiri caizse- herkesin ağzında sakız hâline gelmiş durumda!

Sanayi ve ticaret odalarının, şirketlerin, sivil toplumun yayınlarında ve söylemlerinde, akademisyenlerin ve birçok insanın gündelik konuşmalarında dahi “sürdürülebilirlik” sözcüğüne sıklıkla rastlamak mümkün.

            Sürdürülebilirliğin herkesin dilinde bu denli yer etmesine rağmen, birçok şirketin işgücü yönetim uygulamalarına bakıldığında çelişkiler olduğu görülüyor. Ya da “sürdürülmek” istenen, ekonomik büyümeyle sınırlı…

            Günümüzde sürdürülebilirlik yaklaşımının temelinde, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından benimsenen 17 amaç yer alıyor. Bu amaçlar: yoksulluğa son, açlığa son, sağlık ve kaliteli yaşam, nitelikli eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliği, temiz suya erişim, erişilebilir ve temiz enerji, insana yakışır iş ve ekonomik büyüme, sanayide yenilikçilik ve altyapı, eşitsizliklerin azaltılması, sürdürülebilir şehirler ve topluluklar, sorumlu üretim ve tüketim, iklim, sudaki yaşam, karasal yaşam, barış-adalet ve güçlü kurumlar, amaçlar için ortaklıklar.

            BM, tüm dünyanın karşı karşıya olduğu çevresel, ekonomik, politik ve sosyal sorunlar karşısında önlem olarak bu amaçları benimsiyor. Bu amaçlara ulaşmak içinse bütünlüklü bir yaklaşımın benimsenmesini savunuyor.

Amaçlara ulaşmak içinse 2030 yılı öngörülüyor. Sürdürülebilir kalkınma amaçlarına ulaşmak için özel ve kamu sektörü ile sivil topluma büyük roller düşüyor. Üzerine düşen sorumluluğu kimin ne kadar yerine getirdiği, hangi amaçların ciddiye alınıp hangilerinin göz ardı edildiği ise tartışma konusu…

Amaçların içeriklerine bakıldığında çevresel konuların büyük bir öneme sahip olduğu kuşkusuz. Ancak alınan tedbirlerin ne denli yeterli olduğu, konunun teknik uzmanları tarafından değerlendirilmeli. Yetersiz uygulamalar söz konusuysa da uzman görüşleri dikkate alınarak yeni aksiyonlar alınmalı.

Sürdürülebilir kalkınma amaçlarının sosyal, ekonomik ve politik haklarla ilgili olan konuları ise birçok insanın karşı karşıya kaldığı somut gerçeklerde çıplak gözle görülebiliyor. BM’nin ekonomik büyüme yanında sosyal kalkınmayı da merkeze alan yaklaşımının toplumsal yaşamda ne derece karşılık bulduğu muğlak…

Ekonomik büyümenin insan onuruna yakışır işlerle birlikte ele alınması, BM’nin sosyal kalkınmacı yaklaşımını gösteren temel amaçlar arasında. Ancak gerek Türkiye’de gerekse dünyanın farklı ülkelerinde çalışma koşullarını göz önüne aldığınızda, bu amaca ulaşmada ne derece yol kat edilebildiğini kendiniz değerlendirebilirsiniz.

İşgücü piyasasına girişte ayrımcılık, birçok işverenin eşit davranma borcuna ve ayrımcılık yasağına aykırı davranışları, toplumsal cinsiyet eşitliğinin gözetilmemesi, ekonomik kaygılarla işçi sağlığı ve iş güvenliği risklerini temelde çözmeye yönelik uygulamaların hayata geçirilmemesi gibi birçok örnek, uygulamada karşılaşılan sorunlar arasında. Öte yandan en önemli sosyal haklardan birisi olan sendikal örgütlenme özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkına yönelik kısıtlamalar, Türkiye ve benzeri ülkelerin sürdürülebilirlik karnesini ortaya koyması açısından önemli!

Sendikal örgütlenme özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkının uluslararası belgeleri arasında BM’nin sürdürülebilir kalkınma amaçları büyük önem taşıyor. 17’nci amaç doğrudan bu konuyla ilgili olmakla birlikte, BM diğer amaçlara ulaşmada da sosyal diyalog konusuna önem veriyor. Oysa uygulamada, Türkiye’de ya bu amaçlar tam anlamıyla kavranamamış ya da örtülü bir şekilde sendikal örgütlenme özgürlüğü bu hedefler arasından çıkarılmış durumda. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB)’nın 2023-Temmuz’a ilişkin resmi istatistiklerine göre sendikalaşma oranının yüzde 15’i dahi aşamaması da bunun en açık göstergesi.

BM’nin çalışma ilişkileri konusundaki uzman kuruluşu olan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün kabul ettiği 87 sayılı Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi ve 98 sayılı Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi, en temel 8 sözleşme arasından ikisi. Türkiye de bu sözleşmeleri onaylamış durumda. Öte yandan Anayasa’nın 51’inci maddesi sendikal örgütlenme özgürlüğüne güvence sağlıyor. 4857 sayılı İş Kanunu, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ve ilgili mevzuat, sendikal haklara bütünlüklü olarak güvence sağlayan diğer hukuksal belgeler. Sendikal örgütlenme özgürlüğünün ihlâli durumunda ise Türk Ceza Kanunu’nun 118’inci maddesi devreye giriyor. Bu düzenleme, sendikal konularda ihlâllerde bulunan işveren ve işveren vekillerine hapis cezası öngörüyor.

Türkiye’de sendikal hak ve özgürlükler konusundaki birçok uygulamaya bakıldığında ise karşılaşılan manzara, kurumsal belgelerde ve mevzuatta yer alan ilke ve amaçlarla taban tabana zıt! Türkiye, sanki BM’nin ve ILO’nun hiçbir sözleşme ve ilkesine onay vermemiş, Anayasası’nda sendikal özgürlükleri tanımlamamış, çalışma mevzuatında işçilere güvence sağlamamış gibi davranan birçok şirkete, basın ve sosyal medya kanallarından kolaylıkla erişebilirsiniz. Bu şirketlerin internet sitelerine girdiğinizde ise karşınıza “sürdürülebilirlik odaklı yaklaşım”, “kurumsal sürdürülebilirlik”, “sosyal uygunluk”, “kötü muamelenin engellenmesi” ve benzeri sözcükler çıkıyor.

Karşılaşılan bu çelişkili durum, Türkiye’nin 2030 gibi yakın bir tarihte bu amaçlara nasıl ulaşabileceğini sorgulatıyor. Özellikle sendikal örgütlenme özgürlüğünün temel bir ilke olarak benimsenmemiş olmasına ilişkin sayısız örnek, Türkiye’ye sürdürülebilir kalkınma amaçlarına ulaşma konusunda dezavantajlar yaratıyor. Bunun en temel sebebi ise amaçlara bütünlüklü ve ciddi bir yaklaşımın geliştirilmemesi. Sürdürülmek istenen, yalnızca şirketlerin kârlılığı ve sermaye birikimiyle sınırlıysa da Türkiye doğru yolda gibi görülüyor…