Ahmet Haşim rahatsızlanmış. Bir süre hastanede yatmış.
Taburcu olurken, doktoru;
'Bu hızla yemeye devam edersen çok yaşamazsın,' demiş.
Bunu öğrenen dostları Ahmet Haşim'i ziyarete gitmişler. Kapıyı onlara eşi açmış.
Kapısı aralık mutfağın önünden salona geçerlerken, Ahmet Haşim'i, bir elinde nohutlu pilav tenceresi, bir elin devasa tahta kaşık…
Nefes nefese pilav kaşıklarken görmüşler.
'Aman üstat, ne yapıyorsun sen!' dediklerinde, Ahmet Haşim,
'Doktor çok yaşamazsın, dedi. Ölürsem pilav aklımda kalsın istemiyorum,' demiş.
***
Oburluk, altıncı yüzyılda yaşayan Papa Gregor'dan bu yana Hıristiyanlığın yedi ana günahından biri sayılır.
Diğer dinler de pisboğazlığa hoşgörüyle bakmaz.
Ama tarihte oburlar eksik olmamıştır.
Bir ziyafet sırasında Prenses Palatine aşırı yemekten çatlayıp ölmüş.
14. Louis ise efsanevi oburdur.
***
Osmanlı saraylarında da yeme içme hayli şaşaalıydı.
Günümüzde bile Osmanlı mutfağı anlatıla anlatıla bitirilemez.
Bunun sonucu olarak da…
Kanuni'nin sadrazamlarından Semiz Ali Paşa öyle obur, öyle oburmuş ki, yedikçe irileşen dev cüssesini taşıyacak bir at bulunamazmış.
Diğer taraftan III. Ahmet'in sadrazamı Kavanoz Ahmet Paşa…
Kısa boynunun altında yedikçe irileşen bedeni nedeniyle Kavanoz lakabını almış.
Koca Mustafa Paşa, Koca Yusuf Paşa, Koca Ragıp Paşa, Koca Hüsrev Paşa tarihteki ünlü oburlar.
Ve lakaplarını oburluklarına borçlular!
***
Ahmet Rasim de, Çaycı Hacı Reşit'in mekanında keşfettiği bir obura takılmayı severmiş.
Ona, 'Baba yaver-i şikemperver (boğazına düşkün) adını takmış.
***
Üstadı ziyarete gittim geçenlerde.
Kapıdan girdiğimde yemek yiyordu. Maşallah iştahı yerindeydi.
Yemekten sonra biraz konuştuk.
Dört yüz şekerle ve ayağında kapanmayan bir yarayla yatmış hastaneye.
Ameliyat…
Sağ ayağı sargılı.
Sargının içinde ne var ne yok belli değil.
'Yarın yine ameliyata alacaklar beni,' dedi. 'Bir aydan fazla oldu ben buraya geleli.'
***
Konuyu değiştirmiş, okumaktan yazmaktan, kitaplardan konuşuyorduk ki…
Yanında refakatçı olarak kalan hanımefendi,
'Revani aldım sana,' dedi.
Üstat hık mık yaptı ama…
'Getir bir yudum alayım,' dedi.
Belli ki Üstat revaniyi duyunca heyecanlanmış, 'lokma' yerine 'yudum' demişti.
'Bir yudum' derken, revaninin yarısını midesine indirdi.
Bir taraftan da, 'en sevdiğim tatlı,' diyordu. 'Yarın ameliyata gireceğim ya…'
'Eee?'
'Şekerimi iyice düşürdü bunlar.'
'Anladım, sen de geri yükseltiyorsun!'
***
Boğaz böyle bir şeydir işte.
Fareyi kapana, balığı oltaya yakalatan da boğazıdır.