Yaşadığımız toplumda herkesin uymak zorunda olduğu belirli kurallar var. Bu kuralların tamamı, çerçevesini ekonomik birikim rejiminin çizdiği hukuksal düzenlemeler tarafından belirleniyor.
Hukuksal düzenlemelerin en önemli özelliği “normatif” yapıya sahip olması… Normatif olan, toplum tarafından normal olarak kabul edilen anlamına geliyor. Toplumsal düzeni oluşturan normlar, insanların bir arada yaşaması için normal kabul edilen davranışların çerçevesini çiziyor.
Kapitalist sistemde insanların bir arada yaşamasını belirleyen normlar, ulus devletler tarafından çıkarılan Anayasalar ve yasalara dayanıyor. Bu düzenlemelerin kökeninde toplum sözleşmesi düşüncesi yer alıyor. Bireysel hak ve özgürlüklere dayalı olarak ortaya çıkan sözleşme ilişkisi, kişilerin “normal davranışlar” sergilemesini sağlıyor…
Yukarıda bahsettiğim iddia, günümüzde yaşanan birçok olay göz önüne alındığında, kanıtlanmaya muhtaç… Neden kanıtlanması gerektiğini, gündelik yaşamdaki birçok örnek vakayı değerlendirerek hesap edelim.
Örneğin çağdaş devletler, tüm yurttaşlarına eşit şartlarda sosyal güvenlik hakkı tanımalıdır. Bu konu, neredeyse ülkelerin tamamında Anayasal ve yasal zemine sahip… Ancak ne yazık ki dünyanın birçok ülkesinde sosyal güvenlik hakkına erişim, fiili birçok nedenden dolayı yeterince kolay olmuyor. Türkiye’deki sağlık ve sosyal güvenlik sistemi de söz konusu olumsuz örnekler arasında yer alıyor.
Daha vahim bir örnek, çocukların korunması konusu! Dünyanın birçok yerinde çocuklar açlığa ve sefalete mahkum durumda. Daha ötesi savaş koşulları… İsrail’in sınır tanımaz saldırıları nedeniyle çocukluğunu yaşayamayan geniş bir kesim dünyanın acı gerçeği değil midir? Savaş ve sefalet koşullarına ek olarak çocuklar, Türkiye’de veya dünyanın birçok ülkesinde istismara uğruyor. Kendinden şanslı durumdaki yaşıtları eğitime devam ederken, dilencilik yapan veya küçücük bedeniyle çalışmak zorunda kalan çocuklar yok mu?
Tüm olumsuzluklara karşı, uluslararası sivil toplumun en büyük uğraşıysa sürdürülebilir kalkınma amaçları! Eşit şartlarda büyüme hakkını kullanamayan çocukların olduğu bir dünyada kalkınma ne kadar sürdürülebilir? Hiç emin değilim…
İçinde bulunduğumuz sistemin ikiyüzlülükleri saymakla bitmez. Yoksulluk, açlık, gelir dağılımı adaletsizliği, savaş vs. gibi olumsuzluklar geniş halk kitlelerinin kaderi! Buna karşılık sermaye sahibi kesimin kaderiyse lüks yaşamlar ve gelecek nesline daha büyük servet!
İnsanlar arasındaki eşitsizliğin nedeniyse mülkiyet sahibi olmak! Jean-Jacques Rousseau’ya göre uygar toplumun kuruluşu, mülkiyet ilişkilerine dayanıyor. Rouesseau, bu durumu şöyle özetliyor:
“Uygar toplumun gerçek kurucusu, bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘bu bana aittir’ diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insandır.”
Bu insanların, söz konusu mülkiyete sahip olduğu, günümüzdeki yasalar tarafından normalleştirilmiş durumda. Ancak dünyada hâlen bu durumu anormal olarak gören insanlar olduğunu da unutmayalım. Bu noktada Rouesseau’nun şu sözlerine kulak verelim:
“Bu sahtekara kulak vermekten sakınınız! Meyvelerin herkese ait olduğunu, toprağın ise kimsenin olmadığını unutursanız, mahvolursunuz diye haykıracak olan kişi, insanlığı suçlardan, savaşlardan, cinayetlerden ve yoksulluklardan esirgeyecek kişidir.”
İnsanlığın en büyük umudu, meyvelerin herkese ait olduğunu haykıracak olan kişidir. Bu noktadaysa toplumun örgütlü olması önem taşıyor. Örgütlülüğün karşısındaki her türlü saldırıya ve baskıya karşı ses çıkarmak ve dayanışmayı sürdürmek gerekiyor.
Peki Sendikal Haklar Kimin İçin?
Sendikal hak ve özgürlükler, örgütlü toplumun olmazsa olmazı. Peki bu hak ve özgürlüklerin kullanımı neden sistematik bir biçimde önleniyor? İşçiler sendikalaşma, toplu iş sözleşmesi ve grev haklarını kullandıklarında, özel veya kamu sektörü fark etmeksizin neden baskıya, tehdide ve psikolojik şiddete (mobbinge) maruz kalıyor?
Yasalarla güvence sağlanan hakların kullandırılmasının önündeki engeller, mülkiyete sahip olan kesimi ciddi ölçüde rahatsız ediyor. Sonuç olarak da bu kişiler, işçi sınıfının bu haklara ulaşmasını önlemek istiyor. Hatta bu davranışlarının suç olduğunu bilerek…
İşçilerin bu saldırılar karşısındaki tek çaresiyse örgütlenmek ve var olan örgütsel yapıyı koruyarak geliştirmek…