Geçtiğimiz hafta Seyitgazi’de yaşanan orman yangınında hayatını kaybeden orman işçileri ve gönüllü yurttaşlarımız, Türkiye'nin hiç bitmeyen iş cinayetleri zincirinin son halkaları oldular… Onların ardından kalan sessizlik, acıyla yoğrulmuş sessizliktir.

Sosyal Güvenlik Kurumu'nun verilerine göre, sadece 2024 yılında 1908 işçi, iş cinayetlerine kurban gitmişti. Onlar da 2025 yılında bu rakamlarla ifade edilenler arasında yer alacak!

Taziye ziyaretinde bulunduğum işçilerden birinin annesinin anlattıkları yüreğimi derinden burktu. Anne, her sabah ezanı sırasında kalkıp ev işlerine başladığını, oğlunun da aynı saatte işe gitmek üzere evden ayrıldığını söyledi. Geçen hafta evlenmiş olan oğlunun boşluğunu, şimdi sabah ezanında daha derinden hissediyor; evin içindeki sessizlikte oğlunun yokluğu ona tarifsiz bir acı veriyor.

Ahmed Arif'in şu dizeleri yankılanıyor zihnimde:

“Vurulmuşum dağların kuytuluk bir boğazında,

Vakitlerden bir sabah namazında,

Yatarım,

Kanlı, upuzun...”

Yangında yaşamını yitiren iki işçinin ailelerine yaptığım ziyaret, sözün bittiği yerde olduğumuzu derinden hissettirdi.

Bir işçinin babasının çaresizliğini şu sözlerle dile getirişi kulaklarımdan gitmiyor: “Tesbihi tamamen çektik, imameye geldik. Gidecek başka yer yok.” İşte bu cümle, aslında her şeyi açıkça anlatıyor. İnsan yaşamının bu denli değersizleştiği, iş cinayetlerinin rutin hale geldiği bir toplumda, daha başka hangi söze gerek kalır ki? Diğer işçinin babası ise yaşadığı şoku atlatmak için çaresizlikle “Takdiri ilahi” diyerek acısını hafifletmeye çalışıyor. Bu çaresizlik ve teslimiyet hali, toplum olarak yaşadığımız trajedilerin acı bir yansımasıdır.

Orman yangınına müdahale eden işçilerin gerekli koruyucu ekipmanlara sahip olmadığı ortaya çıktı. Ayakkabıları, kıyafetleri yangın alanına uygun değildi. Üstelik ölen işçilerden bazıları farklı bölgelerden yangın yerine görevlendirme ile gönderilmişti. Örneğin Eyüp Dereli, Mihalıççık’ta dozer şoförü olarak görev yaparken Seyitgazi’ye görevlendirilmişti ve orada hazırlıksız bir biçimde yangına müdahale etmek durumunda kaldı. Evdekiler, yakınlarının geri dönemeyeceğini bilmiyordu elbette. Bu işçilerin ölümü, bir ihmal değil, açık bir tercihtir; insan hayatını hiçe sayan bir tercih.

Orman Bölge Müdürlüğü’nün yeterli personeli yok; alınan personel ise tecrübesiz ve eğitime tabi tutulmadan sahaya sürülüyor. İşçilerden Tolunay Kocaman geçici işçi olarak işe başlamış, bir ay önce ise kadroya alınmıştı. Daha bir hafta önce düğünü vardı. Düğünden önce İzmir'deki yangınlara gitmiş, sonrasında da buraya gönderilmişti. Yani düğün günü dışında bir gün bile izin kullanamamıştı. Bu acı detaylar, yaşanan trajedinin boyutunu ve ihmaller zincirini daha net gözler önüne seriyor.

Siyaset kurumunun, özellikle iktidarın, yaşanan her iş cinayetinde alışılmış hamaset diliyle vefat edenleri “şehit” ilan edip konuyu meşrulaştırmaya çalışması, artık toplumsal bilinci ve sabrı fazlasıyla zorlar hale geldi. İktidar mensubu siyasetçilerin ailelere taziyede bulunup “Bir isteğiniz var mı?” sorusuna, acılı babanın verdiği yanıt her şeyi özetliyor aslında: “Evladımı geri istiyorum, getirebilecek misiniz?” İşte tam da burada, iktidarın içi boş tesellilerinin, göstermelik tavırlarının ne kadar anlamsız olduğunu görmek mümkün.

TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın geçtiğimiz günlerde Fatih Altaylı’nın Youtube kanalında Şule Aydın ile yaptığı programda söylediği “Bir avuç asalak daha fazla para kazansın diye biz ölüyoruz” sözü, bu yaşanan trajedinin gerçek sebebini net bir biçimde ifade ediyor. Orman işçileri, madenciler, inşaat işçileri ve daha pek çok sektördeki emekçiler, sermayenin doymak bilmeyen kar hırsı uğruna her gün hayatlarını kaybediyor. İş cinayetleri tesadüf değil, bu düzenin bizzat kendisinin kaçınılmaz sonucudur.

Bu düzen böyle sürdüğü sürece, tesbihin imamesinde daha kaç hayatın kaybolacağını sorgulamak hepimizin sorumluluğu. Emekçilerin hayatlarını sadece istatistiklerden ibaret gören, trajedileri hamasetle perdelemeye çalışan bu anlayış değişmediği sürece, yaşanan kayıpların hesabını sormak tarihsel ve toplumsal bir görev olarak karşımızda duruyor.

Orman işçilerinin anısı önünde saygıyla eğiliyor, iş cinayetlerinin son bulacağı bir geleceği kurma sorumluluğunun bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyorum.