Akşamüzeri işten çıkmış yorgun argın eve gidiyordum.
Radyoda klasik müzik.
Kemanın genç kız sesi.
Sonra diğer yaylı çalgıların hep birden, hızlı bir tempoyla harekete geçmesi.
Ve karmaşa.
Ve karmaşa.
Asıl karmaşa ruhunda…
Eğer hala bir ruhun varsa gündelik bayağılıklardan geriye kalan.
Gün içindeki hayhuydan.
Çıkar ilişkilerinden.
Mide bulandırıcı ikiyüzlülüklerden.
***
Tam da önümde iki genç.
Kız erkek.
İki sevgili olduklarını söylemenin ne sakıncası var.
Yaşları küçük.
On altı on yedi.
Belki on sekiz.
On dokuz olmadığı kesin.
***
Kız neye kırılmış. Belki yalnızca genç kız kaprisi.
Elini çekip aldı delikanlının avuçlarından.
Yolun karşısına geçti hızlı hızlı.
Yürüdü gidiyor.
Pırıl pırınl çocuklar.
Şiddet yok, öfke yok, kin yok, nefret yok.
Delikanlı arkasından bakıyor kızın. Üzgün.
Yalnızca üzgün ama. Öfke yok. Nefret yok. Şiddet yok.
***
Dönüp omzunun üzerinden hafifçe bakacak mı arkasına kız.
Yolun karşısında kalakalan sevgilisine.
Küçücük bir umut ışığı?
Her şeyin bitmediğini gösteren bir umut ışığı.
***
Yüz metre kadar gitti kız.
Sonra geriye döndü.
Koştu koştu.
Ben frenine bastım Bukowski'nin eski model külüstür arabasına benzeyen arabamın.
Ve kız önümden koşarak geçti.
Ve delikanlıya sarıldı.
Ve işte bu dünyalara değerdi.
Vivaldi'nin 'Dört Mevsim'iydi radyoda çalan.
'Dört Mevsim' konçertosunun ikinci bölümü olan 'Yaz'ın en canlı bölümü çalıyordu.
Tıpatıp Vına Jackson'un yazdığı gibi.
Ne üzücü, beni anlayan birinin olmaması yeryüzünde.
***
Gençlik…
Goethe'nin, 'Gençlik şarapsız sarhoşluktur,' sözü geldi aklıma.
Gençlik, dedim, güzel şey gençlik.
Hermann Hesse
'yi hatırladım.
Hesse'nin o unutulmaz romanını...
***
Sonra işte, sırt çantası ders kitabı dolu gençler geldi aklıma.
Necati Cumalı'nın dizesini anımsadım:
'Üzgün kısmeti kapalı koca bir gençlik'
Üzgün, kısmeti kapalı, sınavdan sınava koşan, hayatın güzelliklerini ıskalayan koca bir gençlik.
Sonrasında gelsin öfke, kin, nefret.
Ve gelsin önüne geçilemeyen kadın cinayetleri.