John Fante, dünya edebiyatında henüz tanınmış biri değildir.
Bukowskı ise yalnızca yazma meraklısıdır henüz.
Ama Fante'yi fark eder.
Yazdıklarını merakla, hayranlıkla okur.
Öyle ki, hiç görmediği Fante'yle arasında derin bir bağ kurar.
Gece yarısı Fante'nin evinin önünden geçerken durup ışığı yanan odaya uzun uzun bakar.
Fante'nin, odasında yazı yazdığını düşünür.
Şöyle anlatır bunu yazılarında:
'Orada, öylece durup bakar, kendimi Tanrı'nın huzurunda hissederdim.'
***
Yıllar sonra…
Bukowskı yeraltı edebiyatının en ünlü yazarı olur.
Fante ise 'Üzümün Kardeşliği' romanının kahramanıyla aynı kaderi paylaşır.
Kahramanı gibi kendisi de şeker hastasıdır.
Gözlerini, kollarını ve bacaklarını kaybetmiştir.
Son romanı 'Bunker Tepesi Düşleri'ni hastanede, bu haldeyken, karısına söyleyerek yazar.
Ve Bukowskı, John Fante'yi ziyarete gider.
Kulağına şu büyük itirafı fısıldar:
'Senin yazma tarzını çalıp senden daha meşhur oldum.'
***
Fakat ben, belki de Bukowskı'nin bu yaptığını bildiğim için, Fante'yi her zaman daha fazla beğenerek okudum.
Onun 'Üzümüm Kardeşliği' romanını Bukowskı'nin hiçbir romanına değişmem.
Bakmayın, Bukowskı'yle bizim hukukumuz başka bir yerden gelir.
***
Ama şu açıdan takdir etmeli Bukowskı'yi:
Asla nankörlük yapmadı.
Yazılarında her zaman John Fante'yi anarak onu kendisiyle birlikte dünya edebiyatına taşıdı.
***
Üstadı…
Önder Baloğlu'nu aradım. Hastanedeydi.
Hemen Leyla'yı sordu bana.
'Yazdın, öylece bıraktın Leyla'yı,' dedi.
Aylar önce yazdığım yazıdan söz ediyordu.
Yazının sonunda, Leyla'yı sonra anlatırım, demiştim.
Bunu hatırlamasına şaşırdım.
Zekasına, hafızasına hayran kaldım.
Yazarlar son derece zeki insanlardır.
Can Yücel, 'fil miyim, şairim ben' dese de yazarlar fillerin hafızasına sahiptir.
E kolay değil kırk yıl boyunca yazı yazmak.
Üstelik de yerel basında.
Yazı sevdası tamam, tamam da…
Kırk yıl boyunca işsiz kalmadan…
Yani iğneyle kuyu kazar gibi, yazıyla ekmek parası kazanmak, geçim sağlamak da var işin içinde.
***
Üstad, biz yazı insanlarının uçsuz bucaksız ufkunda azgın kısraklar gibi kişneyen Leyla'yı boş ver sen.
Her yazıya, kapkara gözyaşımız gibi akıttığımız binlerce sözcükle Leyla'yı defalarca anlatsak bizi anlayan olur mu sanıyorsun?
Sen boş ver Leyla'yı da, hastaneden çıktığında, senin rakı kadehlerini yengenin sakladığı yerden bulup birer duble şekersiz çay içelim rakı kadehlerinde.
Rakı kadehinde çay içmek de varmış kaderde.
Çaylarımızı yudumlarken, yazı yazmanın bizi nasıl sarhoş ettiğinden söz edelim.