Deprem anlıktır. Kuraklık sinsi.
Deprem gelir, yıkar, gider. Kuraklık gelir… yerleşir.
Gaziantep Üniversitesi’nden Doç. Dr. Gülşen Kum’un Doğan Haber Ajansı’na yaptığı açıklamaları okurken insanın aklına ilk gelen cümle şu oluyor: “Biz hâlâ neyi bekliyoruz?”
Çünkü anlatılan şey bir ihtimal değil. Bir kehanet hiç değil. Bir bilim kurgu hiç değil.
Bu, ölçülmüş, hesaplanmış, senaryolaştırılmış bir gelecek. Ve tarih verilmiş: 2050.
SUYU OLMAYANIN GELECEĞİ DE OLMAZ
Doç. Dr. Gülşen Kum açık açık söylüyor:
“Şu an kişi başına düşen su miktarında 1246 metreküp gibi bir rakama indik. Bu şu anlama gelir. Su stresi yaşayan ülkelerden biriyiz.”
Bakın… “Su fakiri olacağız” demiyor. “Olabiliriz” demiyor. “Şu anda su stresi yaşayan bir ülkeyiz” diyor.
Bugün.
Yani bu yazı yarın için değil. Bu yazı bugünün yazısı.
Türkiye, kişi başına düşen yıllık su miktarında kritik eşiğin altına düşmüş durumda. Ve nüfus artıyor. Kentleşme artıyor. Tüketim artıyor. İsraf artıyor.
Ama yağmur artmıyor. Aksine… azalıyor.
YAĞMUR AZALIRKEN BİZ NE YAPTIK?
Doç. Dr. Kum veriyor rakamı:
“Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaz yağışları normalde 13–18 milimetreyken bu yaz 3 milimetre görüldü.”
3milimetre. Bir çay kaşığı. Ama biz ne yaptık? Vahşi sulamaya devam ettik. Tarımda suyun yüzde 77’sini harcadık. Hâlâ mısır ektik. Hâlâ pamuk ektik. Hâlâ “nasıl olsa baraj var” dedik.
Baraj var. Ama su yok.
DEPREMİ GÖRÜYORUZ, KURAKLIĞI GÖRMÜYORUZ
Deprem korkutuyor. Çünkü yıkıyor.
Kuraklık korkutmuyor. Çünkü sessiz.
Ama Doç. Dr. Kum’un dediği gibi: “Kuraklık, depremden çok daha sinsi ilerleyen bir süreçtir.”
Deprem bir günde olur. Kuraklık on yılda öldürür.
Yavaş yavaş. Sessizce. Kimse fark etmeden.
Önce ürün azalır. Sonra fiyat artar. Sonra sofradan et kalkar. Sonra ekmek küçülür. Sonra insanlar yerinden kalkar.
TARIM BİTERSE, ŞEHİR DE BİTER
Doç. Dr. Kum uyarıyor:
“Ekim tarihlerinin değişmesi, gıda arzında sıkıntılar, ekonomik sorunları tetikleyecek.”
Bakın… Bu sadece çiftçinin sorunu değil.
Bu, şehirdeki herkesin sorunu. Çünkü tarım biterse: Enflasyon artar Göç başlar İşsizlik büyür. Güvenlik zayıflar
Ve sonra…Kapılar çalınır.
“KAPILARIMIZDA BU İNSANLARLA KARŞILAŞACAĞIZ”
Haberin en can alıcı cümlesi burada.
Doç. Dr. Gülşen Kum net konuşuyor:
“On milyonlarca insan göçe zorlanacak. Gitmek istedikleri yer Avrupa. Türkiye güzergâh üzerinde olduğu için kapılarımızda bu insanlarla karşılaşacağız.”
Bu cümle, sadece iklim cümlesi değil. Bu bir jeopolitik cümle.
Suriye göçünü hatırlayın. Afganistan’ı hatırlayın.
Ama bu kez fark şu: Bu göç savaş yüzünden değil, susuzluk yüzünden olacak.
Ve savaş bitince insanlar geri döner. Ama susuzluk bitmez.
GÖÇ GELİRSE NE YAPACAĞIZ?
Sorular basit. Çözümler zor.
Plan var mı? Strateji var mı? Altyapı var mı? Su yönetimi var mı?
Yok.
Ama Doç. Dr. Kum diyor ki:
“Bireyden kamuya herkes su kıtlığı yaşayacağını bilerek önlem almak zorunda.”
Yani bu iş sadece devlete bırakılamaz. Ama devlet de bu işten kaçamaz.
DOĞA İLE SAVAŞ HALİNDEYİZ
Kuraklık bize bir şey söylüyor: “Benimle böyle yaşayamazsın.”
Doğaya rağmen tarım olmaz. Doğaya rağmen şehir olmaz. Doğaya rağmen kalkınma olmaz.
Ama biz ne yapıyoruz? Dereyi boruya alıyoruz. Toprağı betona gömüyoruz. Yağmur suyunu kanalizasyona veriyoruz
Sonra da diyoruz ki: “Neden su yok?”
2050 UZAK DEĞİL
2050, bugün doğan çocuk için orta yaş. 2050, bugünkü yöneticiler için tarihsel sorumluluk.
Ama biz hâlâ: “Bu yaz da geçer” diyoruz. “Bu sene kurak geçti” diyoruz. “Allah büyüktür” diyoruz. Doğa, duayla değil; akıl, bilim ve planlamayla ikna olur.
SON SÖZ YERİNE
Bu yazı korkutmak için yazılmadı. Zaten gerçek yeterince korkutucu. Bu yazı hatırlatmak için yazıldı. Kuraklık geliyor demiyoruz. Kuraklık geldi.
Göç olabilir demiyoruz. Göç planlanıyor.
Kapılar çalınabilir demiyoruz. Kapılar çalınacak.
Ve o gün geldiğinde… “Bilmiyorduk” deme lüksümüz yok.
Çünkü bilim insanları söyledi. Veriler konuştu. Haberler yazıldı.
Şimdi sıra bizde.