Ters çaba kuralını daha önce duydunuz mu?

Hani bir şeyi ne kadar çok yapmaya çalışırsak, bazen tam tersi sonuçla karşılaşırız ya… Peki bu kural gerçekten var mı, yoksa kulaktan dolma bir bilgi mi? Gelin, birlikte bakalım. Hem biraz psikolojinin derin sularında yüzelim, hem de insan zihninin bazen neden bize oyun oynadığını anlamaya çalışalım. Belki de bu yazının sonunda “zorlama, olur” demeye başlarız,

İngiliz yazar ve düşünür Aldous Huxley, “Bir şeyi ne kadar çok istemezsen, o kadar kolay gerçekleşir.” der. Bu söz kulağa biraz kaderci gibi gelebilir ama arkasında ciddi bir psikolojik dinamik yatıyor.

Huxley, “ters çaba yasası” olarak bilinen bu durumu şöyle açıklar: Zihin, özellikle duygusal durumlarda, istemeye zorlandığı şeyi yapmamaya meyleder. Yani biz bir şeyi ne kadar çok yapmaya, düşünmemeye ya da hissetmemeye çalışırsak, zihin bu çabamıza direnç gösterir. Mesela, “Sakın pembe bir fili düşünme!” dediğim an, aklınızda kocaman bir pembe fil belirmiş olabilir. İşte bu, ters çaba yasasının en bilinen örneklerinden biri. Zihin “düşünmemek” için çabalamaya başladığında, farkında olmadan tam da onu yapar.

Bu durum psikolojide “Wegner’in ironik süreç teorisi” olarak da bilinir.

Psikolog Daniel Wegner, insanların düşüncelerini bastırmaya çalıştığında bu düşüncelerin geri teperek daha da yoğun bir şekilde zihinlerine hücum ettiğini ortaya koymuştur. Örneğin, kaygılı bir insan, rahatlamaya çalıştıkça daha da gergin hissedebilir. Uyumaya çalıştıkça gözleri daha da fazla açılır. Çünkü zihin, bastırılan düşünceyi izlemeye alır ve farkında olmadan ona odaklanır.

Bu noktada şunu sormak gerekiyor: Biz istedikçe neden kaçıyor bazı şeyler?

Belki de cevap, kontrol etme arzumuzda saklı. İnsan zihni, belirsizliği sevmez; kontrol etmek ister. Ancak bazı şeyler kontrol edilemezdir: Uyku, aşk, ilham, huzur… Bunlar davetle gelir, zorlamayla değil.

Bir şey için “çok istemek” bazen “onun yokluğuna” odaklanmak demektir.

“Huzurlu olayım” dediğimizde, aslında huzursuzluğumuzu tekrar ederiz. “Unutayım artık” dediğimizde, hatırlamak için tetiklenmiş oluruz.

Ters çaba yasasının izlerini farklı düşünürlerin felsefelerinde de görmek mümkün. Lao Tzu, Taoist felsefenin kurucularından biridir ve şöyle der: “Su gibi ol. Akışa bırak. Zorlama.” Bu söz, aslında ters çaba yasasının binlerce yıl öncesinden sezgisel bir ifadesidir.

Viktor Frankl ise, logoterapi ekolünün kurucusu ve Nazi kamplarından sağ kurtulmuş bir psikiyatristtir. O da bu yasayı terapötik alanda kullanmıştır. “Paradoksal niyet” adını verdiği yöntemle, hastalarının korkularıyla yüzleşmesini değil, onları abartarak oyun haline getirmesini önerir. Uykusuzluk çeken bir danışanına “Bu gece uyumamaya çalış.” der. Sonuç? Zihin oyun bozanlık yapar ve kişi uykunun kucağına düşer.

Günlük hayatta da bu yasayı çok sık yaşarız. Bir sınava girmeden önce “sakin olmalıyım, panik yapmamalıyım” dedikçe içten içe daha da gerildiğinizi fark ettiniz mi? Ya da birini unutmaya çalışırken sürekli onunla ilgili şeyleri düşünmek? Meditasyon yaparken “zihnimi boşaltmalıyım” diye kendini kasanların daha çok düşünceye kapıldığını? İşte hep aynı örüntü:

Zihin, zorlandıkça direniyor.

Ters çaba yasası, her çabanın ters tepeceği anlamına gelmez. Ama bazı şeyler için “çaba” yerine “kabul” daha etkili bir yol olabilir. Duygularla savaşmak yerine onları tanımak, düşüncelerle mücadele etmek yerine onları geçici misafirler gibi görmeK

bilinçli farkındalık pratikleri, tam da bu noktada devreye giriyor. Düşünceyi bastırmak yerine gözlemlemeyi, duyguyu yargılamak yerine fark etmeyi öğretiyor. Böylece ters çaba devre dışı kalıyor.

Ters çaba yasası, hayatın birçok alanında kendini gösteren bir psikolojik gerçektir. Bazen bırakmak gerekir. Kasmadan, zorlamadan.

Tıpkı su gibi: Yolunu bulur, akar, ama asla itiş kakışla gitmez. Bazen en güçlü adım, bir adım geri atmaktır.