Geçtiğimiz hafta köşe yazımda, Eskişehir Teknik Üniversitesi koordinatörlüğünde yürütülen AB destekli EPD-Net projesinin yaygınlaştırılması kapsamında, ETOS Derneği tarafından düzenlenen “Yaşlanan Nüfus ve Sürdürülebilirlik” çalıştayında üstlendiğim moderatörlük görevinden ve çalıştayda ortaya çıkan önemli çıktılardan bahsetmiştim.

Geçtiğimiz hafta köşe yazımda, Eskişehir Teknik Üniversitesi koordinatörlüğünde yürütülen AB destekli EPD-Net projesinin yaygınlaştırılması kapsamında, ETOS Derneği tarafından düzenlenen “Yaşlanan Nüfus ve Sürdürülebilirlik” çalıştayında üstlendiğim moderatörlük görevinden ve çalıştayda ortaya çıkan önemli çıktılardan bahsetmiştim. Bu hafta ise yine EPD-Net projesi ( www.epd-net.org ) çerçevesinde gerçekleştirdiğim bir başka yaygınlaştırma faaliyetini, Ankara Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü öğrencileriyle gerçekleştirdiğimiz buluşmayı aktaracağım yazımda. Ankara Üniversiteli öğrencilere verdiğim seminerde, gezegenimize tehdit olmayan yani çevre sorunlarına yol açmayan, diğer yandan gezegenimiz, yani afetler tarafından tehdit edilmeyen insan yerleşimlerinin tasarım ve planlama stratejileri hakkında konuşma fırsatımız oldu. Öğrencilerin ve seminere katılan akademisyenlerin katkı ve soruları, projenin sahadaki etkisini görünür kılmakla kalmadı, aynı zamanda projede ortaya koyduğumuz ekolojik planlama ve tasarım çözümlerinin dünyayı daha afet dirençli ve sürdürülebilir kılmasına yönelik yaklaşımlara gösterdikleri ilgi, umut vericiydi. Üniversite öğrencileriyle buluşmak sadece bilgi aktarmak değil; aynı zamanda geleceği birlikte kurmaya dair umut tazelemek anlamına da geliyor.

Bu buluşma, yalnızca bir seminerden ibaret değildi; aynı zamanda akademik eğitimin pratikle ve toplumsal sorumlulukla buluştuğu bir eşikti. Öğrenciler, afet riskleri karşısında doğayla uyumlu, çevresel sınırları gözeten ve yerel kültürel dokuyu ihmal etmeyen tasarım yaklaşımlarını sorgularken; planlama disiplininin yalnızca mekân üretmek değil, aynı zamanda yaşamı ve yaşam alanlarını dönüştürmek olduğunun da farkına vardılar.

Seminerde; doğa tabanlı çözümler, çok katmanlı risk analizleri, iklim adaptasyonuna uygun planlama örnekleri ve ekosistem hizmetlerini koruyarak planlama yapmanın önemi üzerine birlikte düşünme fırsatı bulduk. Projemizde geliştirdiğimiz yaklaşımların, bu konularda nasıl yol gösterici olabileceğini anlatırken öğrencilerde uyanan ilgi, sadece projeye değil, gezegenin geleceğine dair de umut verdi.

Ankara Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümünün projeye verdiği bu entelektüel katkı, EPD-Net çıktılarının yalnızca kuramsal belgelerde değil, gençlerin zihninde ve meslek ahlakında da karşılık bulduğunu gösteriyor. Bu, proje açısından belki de en değerli yaygınlaştırma biçimlerinden biri: fikrin insanla, hele ki genç insanla bütünleşerek yeniden şekillenmesi.

Seminer boyunca sadece teorik bilgi değil, aynı zamanda vicdani bir sorumluluk da taşıyan bir anlatıyı paylaştım. “Sürdüremediğimiz Gezegenimiz” başlığıyla yaptığım sunumda, insanlığın doğadan ne kadar uzaklaştığını, kaynakları nasıl hoyratça tükettiğini ve bunun sonucunda hem kendisini hem de gezegeni nasıl kırılgan hâle getirdiğini örneklerle gösterdim. Küresel ısınma, eşitsizlik, savaşlar ve afetler gibi birbiriyle iç içe geçmiş krizler çağında, artık yalnızca çevre dostu değil; aynı zamanda afete dirençli yerleşimler inşa etmenin kaçınılmazlığını vurguladım.

Sunumun merkezinde şu iki temel soru vardı: “Çevreyi tehdit etmeyen ve aynı zamanda çevre tarafından tehdit edilmeyen bir yerleşim nasıl olur?” Ve daha da önemlisi: “Bunun için nasıl bir planlama ve tasarım anlayışına ihtiyaç duyarız?”

Bu sorular etrafında; doğaya rağmen değil, doğayla birlikte düşünen ekolojik planlama yaklaşımlarını tartıştık. Ian McHarg’ın Design with Nature felsefesi doğrultusunda, yer seçimi kararlarından master planlara kadar her ölçekten planlamanın, ekolojik verilerle uyumlu olması gerektiğinin altını çizdim. Karar alma süreçlerinde doğal sistemlerin verilerini göz ardı etmek, yalnızca yanlış bir plan değil, aynı zamanda tehlikeli bir gelecek anlamına geliyor.

Anlattığım afet örnekleri, 2023 Kahramanmaraş Depremi’nden, Avrupa'daki sıcak hava dalgalarına, İspanya’daki sellerden, Portekiz orman yangınlarına kadar yalnızca coğrafi farklılıkları değil; bu olaylara karşı ne kadar hazırlıksız olduğumuzu da ortaya koydu. Öğrencilerin bu örneklerdeki planlama zaaflarına gösterdiği dikkat ve eleştirel yaklaşım, mesleki sorumluluk duygularının ne kadar güçlü olduğunu gösterdi.

Sunumda, EPD-Net projesi kapsamında geliştirmekte olduğumuz EPD-Assist dijital eğitim modülünün bu sorunlara nasıl çözümler sunduğunu, afet riski altındaki kentler için nasıl yol gösterici bir eğitim aracı olduğunu da paylaştım. Dijitalleşmenin yalnızca teknoloji değil, kapsayıcı ve uyarlanabilir bilgi paylaşımı anlamına geldiğini vurguladım.

Özellikle öğrencilerin Carl Sagan’ın “Soluk Mavi Nokta” metaforuna gösterdikleri duyarlılık, akademik bilgiyle insani değerlerin nasıl harmanlanabileceğini gözler önüne serdi. Çünkü bir yandan sistematik analizler, grafikler, veriler sunarken; bir yandan da insanlığın derin hikâyesine dokunmaya çalıştık. Çünkü afetler sadece yapıları değil, hayatları yıkıyor. Ve biz tasarımcılar ve plancılar, haritalar kadar kalpleri de okuyabilmeliyiz.

Bu seminer, genç meslektaş adaylarımızla sadece bir bilgi paylaşımı değil; aynı zamanda bir etik ve sorumluluk bağı kurmak anlamına geldi. Onlar sadece geleceğin peyzaj mimarları değil; aynı zamanda bu dünyanın yeniden inşasında, doğayla barışık, insanla uyumlu bir yaşamı kuracak olan vicdanlı profesyoneller olacaklar.

Ankara Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğimiz bu buluşma, bana bir kez daha gösterdi ki sürdürülebilir ve dirençli bir gelecek yalnızca kurumsal politikalarla değil, bireysel bilinçle ve toplumsal dayanışmayla mümkün olacak. Üniversite öğrencilerinin gösterdiği ilgi; EPD-Net projesinin sadece bugünün değil, yarının meslek insanlarında da karşılık bulduğunu açıkça ortaya koydu.

EPD-Net projesi kapsamında geliştirdiğimiz ekolojik planlama yaklaşımları, yalnızca teorik modeller üretmek değil, aynı zamanda gençlerin düşünce dünyasında yer edinerek yaşamla bağ kuran bir bilgi biçimine dönüşmek zorunda. Bu nedenle yaygınlaştırma faaliyetlerini, projeyi tanıtan değil, projeyi dönüştüren karşılaşmalar olarak görüyoruz. Öğrencilerle yapılan bu seminer de böyle bir karşılaşmaydı.

Gençlerin sahip olduğu eleştirel düşünme gücü, dijital okuryazarlık becerisi, etik duyarlılığı ve çevresel farkındalığı; ekolojik planlamanın klasik kalıplarını aşarak yeni bir çağın şehircilik anlayışına dönüşmesine olanak sağlayabilir. Bu dönüşümde onlara ilham vermek, onlarla birlikte düşünmek ve birlikte üretmek, yalnızca bir akademisyenin değil; bu gezegenin sorumluluğunu taşıyan her bireyin görevi olmalı.

Çünkü biz sadece bugünün kentlerini değil, geleceğin yaşam biçimlerini de tasarlıyoruz. Ve bu gelecekte yer alacak her birey, özellikle gençler, bizim ortak tasarımcımız, ortak vicdanımız. İnanıyorum ki Ankara’daki bu buluşma, yalnızca bir seminer salonunda kalmayacak; birçoğunun zihninde, ileride hayata geçirecekleri projelerde, yazacakları tezlerde, alacakları kararlarda ve belki de kuracakları şehirlerde iz bırakacak.

Tıpkı sunumumda söylediğim gibi: “Afetlerin tehdit etmediği ve çevreyi tehdit etmeyen yerleşimler” ancak birlikte öğrenerek, birlikte planlayarak ve birlikte direnerek kurulabilir.”

İyi haftalar dilerim…