Ne olacak yazınca?
Hiçbir şey.
Hiç.
Hiç.
Yalnızca hiç
***
Meşhur mu olacaksın?
Değil mi?
Ne o zaman?
Yazar olmak mı?
Umberto Eco gibi falan?
Umberto Eco olsan ne olacak?
Ki senin olup olacağın şehrinin meşhuru bir…
Görüyorsun işte, 'köşe yazarı' demek bile gelmiyor içimden.
Bağırarak söylüyorum ki, bağırmaktan öte, çığlıklar atarak, olup olacağın sadece hiç.
Hiç.
Hiç.
***
Umberto Eco da öldü. Marquez de, Yaşar Kemal de…
Umberto Eco öldü.
Artık yok.
Zaten de yoktu.
Yıllar önce okuduğun, 'Gülün Adı' romanından başka hiçbir bağlantın yoktu.
Hiç aklına gelmemişti 'büyük yazar' olduğu, 'büyük filozof' olduğu.
***
Demek 'Gülün Adı'nı okudun.
Kimsenin umrunda değil senin ne okuyup ne okumadığın.
Umberto Eco'nun ne yazıp ne yazmadığı da umrunda değil senin karşılıklı oturduğun insanların.
Karşılıklı otururken, sahte bir utanmayla eteğinin ucunu çekiştirip duran kadınların da umrunda değil; ne Umberto Eco', ne Marquez, ne Yaşar Kemal.
Ne de sen.
***
Umrunda değil kimsenin senin yazıp yazmaman.
Yazma o zaman.
Değil mi?
Neden yazıyorsun ki.
Sylvia Plath,
'Sadece, içimde susmak istemeyen bir ses olduğu için yazıyorum,' demişti.
'Susmak istemeyen bir ses!'
Senin de var mı öyle bir ses içimde?
Olsa mı iyi olmasa mı?
İçindeki o ses, Sylvia Plath'ın, başını gaz fırının içine sokup gazı sonuna kadar açarak kendini öldürmesine neden oldu.
Virginia Woolf'un, nehrin ortasına yürüyüp kendi kendini boğarak öldürmesine.
Duyduğunu iddia ettiği sesler dayanılmaz hale gelmişti artık.
Hemingway'inse kendini av tüfeğiyle vurarak öldürmesine.
***
Yazmak.
Cehennemi yaşamak!
Sonuç?
Hiç.
Yalnızca hiç.
***
Ama yine de, biliyorum ki, alevlenen hiçlik, anlamsızlık duygularıyla da olsa bu yazılar yazılmaya devam edecek.
Virginia'nın duyduğu sesleri duymaya başladıktan sonra yapılacak bir şey yok artık.